27 Ekim 2014 Pazartesi

İşiyorum ödünç ver ellerini..



            

          Bütün dünya beni izliyor diye düşündü Mete, etrafında ki kararlı bakışlardan bir an olsun sıyrılıp bir kaplumbağa gibi içine kapanmayı denedi. Üzerine yüklendirilen bu sorumluluğun altında ezilmek üzereydi. Kısa sürelide olsa, vücudunu bir bina gibi düşünüp iç organlarını tek tek zelzeleye uğrattı. Bunun bir artçı deprem olduğunu anlaması uzun sürmedi. Bir şekilde bu göz bebeği akbabalarının hıncından ve öfkesinden korumalıydı kendini.
Önce aklına ölü taklidi yapmak geldi. Bu konuda ısrar edemeyecek kadar ölümden korkuyordu hâlbuki. Hilmi abi söze girecekken lafı ağzına tepti. Söylemek isteyeceği bir şey yoktu ama bir kişinin bile ağzını açıp o lanet soruyu sormasını istemiyordu. Beyninde ki görsel hazineyi ufakta olsa aralayıp bir kare çıkardı orada gözünün önüne. Yıllar evvel fotoğraf albümünde annesiyle birlikte olan fotoğraf çıktı zihninin hard diskinden. Şaşırdı. Akışkan bir fotoğrafın anlık görüntüsünü almak isterken, kafasının içinden sadece gerçekte olan bir fotoğrafın görüntüsü çıkmıştı.

          Belleğini tazeleyip yeni bir görüntü bulmak istedi. Tam bu sırada karanlıkta olsa bir görüntü kendi belli eti; sanki kendini belli etmek istercesine göz bebeğinin önüne fırladı. Fotoğraf tam canlanacakken Hırdavatçı Hüseyin abinin çay karıştırma sesiyle irkilip, normale döndü. Bakışların üzerinde olduğuna kesinlikle karar verince derin bir nefes aldı. İçinde tuttuğu nefesi bir nükleer silah gibi kullanıp çevresinde ki herkesi öldürmek istedi. Yarısı ağzından olmak üzere nefesini kesik kesik dışarıya verdi. Söze Hilmi abi girdi;
“Sen şimdi Şirinevler meydanda ki Atatürk heykelinin orayı buldun dimi?”
“Evet abi buldum, parmağıyla bir yer gösteriyor dedin, hakikaten de gösteriyordu.”
“Hilmi abinin sözüne güveneceksin olum. Pembe perdeli bir yer, fark etmişsindir zaten. İkinci kata çıktın dimi? Fatoş ablan karşılayacaktı seni.”
“Evet abi, çıktım. Kimse yoktu zaten. Abi bir şey soracağım, Atatürk’ün heykeli buraya dikilmeden öncede burası keranemiydi?”
“Herhalde olum, biz yedi düvel burada milli olduk. Taa benim dedemi bulur.”
Lafa mahallenin diş hekimi Nuri Bey girdi;
“atma be Hilmi, çocuğunda aklını bulandırıyorsun. Dedenin zamanında yoktu ki orası.”
“olur mu olum, dedem anlattı, açılışı zerrin egeliler yapmış. O zamanlar namı varmış bu keranenin”
“sende mi ilk orada milli oldun?”
“evet, dedim ya yedi düvel.”
“Sallama lan, hani eski kaymakamlığın orada ki ziraatta bankasında çalışan memur zuhal’le milli olmuştun. Neyse konumuz bu değil.”
Bakışlar bir kez daha Mete’nin üzerinde yoğunlaştı. Terlediği anlaşılmasın diye kafasını kaşıyormuş gibi yapıp sağ kol bileğinin oraya terini sildi. Çayı dibine çökmek üzereydi, kahveci Olgun abinin de çay bardağını almaya geldiğini gördüğünde iyice hissizleşti. Hilmi abi daha fazla dayanamadı;
“Her şey tamam diyorsun, hadi bakalım söyle o zaman, pancar motorunu öttürebildin mi?”
“Anlamadım abi.”
Olgun abi çay bardağını götürürken dönüp söze girdi; “lan olum işte koyunca hopluyor mu onu soruyor” lafı bitirdiği an berber Ali girdi;
“Ya kayışı yağladın mı yağlamadın mı. Tren raya girebildi mi olum, anlasana işte yaaa”
“Abi ne diyorsunuz ya inanın bir şey anlamıyorum.”
Hilmi abi burnundan çektiği öfkeli nefesi vermeden yeni gelen çayından sert bir yudum aldı, ağzında ki bu yudumun büyük kısmını yutup, diğer kısmını dişlerinin arasından dolandırdı ve ekledi;
“Lan oğlum, sen bu kızı siktin mi sikemedin mi?”
Derin bir sessizlik oluştu. Tüm dünyada ki bakışların yanına bir de tüm dünyanın duyu organı eklendi. Sanki bütün diriler ve ölüler, hatta nefes alan fotosentez yapan her şey Mete'yi dinliyordu. Yutkunmayı denedi, beceremedi. Bir sonra ki denemesinde yutkunduğu tükürüğü saatte kırk km hızla midesine doğru ilerledi.
“Yok abi, yine olmadı…”

Tam o sırada sanki bütün dünya aynı anda “Haydaaaa” dedi. O uğultuyu duyduğu an, duyu organlarından birini kapatmayı yeğledi Mete, ama hangisi kapatacağı konusunda bir karar veremedi. Çevresinde ki kalabalık saniyeler içerisinde yok oldu, bir tek Hilmi abi donuk gözlerle bakıyordu Mete’ye. Sigara izmaritini kararlı bir şekilde küllükte öldürdükten sonra net bir kararlılıkla;
“Senden adam olmaz olum” dedi.

Bu cümle önce ciğerine sonra bütün iç organlarına yapışıp yıllarca yaşadı Mete’nin vücudunda. Yaklaşık on iki sene sonra, yani tam otuzüç yaşında, Nişanlısı Şükran yüzüğü atarken bir şeyler dedi Mete’ye, tanıdık bir şeyler;
“Senden adam olmaz..”

İç organlarında barınan o yapışık hücreler tek hamlede dirilip çıkabileceği tüm deliklerde toplanıp tek hamlede çıktı. Çıkarken bütün sinir sistemini ve vicdanını da parçalayıp gitti. Bir şeylerinin eksildiğini düşündüğü anda bir karar verdi. Kararının sol yanına iletildiğini hissettiği an yola koyuldu. Yolu uzundu.
Önce yıkıp parçalaması gereken bir Atatürk büstü vardı. Önce Atatürk, sonra tüm insanlık.
Kendine ve vücuduna olan inancını, Şirinevler meydanda ki o kerhanede bırakmıştı.

Kişilik karmaşasına düştüğü bir an gökyüzüne bakıp seslendi;
“Tek başına, yalnızlıktan geberecek ve çürüyeceğim. Bir sikime yaramıyorum, hadi bir işaret gönder ve beni bu buhrandan kurtar..”
Beş dakika sonra yanında bir adam önünde durup ceplerini yoklamaya başladı. Bir şeyleri aradığı belliydi, ağzında ki sigarası hala sabit duruyordu yalnız bir şekilde.
Mete’ye dönüp; “ateşin var mı bilader” dedi.
Mete adamın sigarasını yaktıktan sonra bir şey keşfetti. Kimse tek başına bir sikime yaramıyordu. Bir şeylere yaramak için insanın içinde ki ateşi bulması yeterliydi. Mete içinde ki ateşi bulduğunda fark edemediği bir şey vardı. Mete git gide ateş oldu. Hem kendi bedenini yaktı, hem üçyüzonaltı insanı.

İlk öldürdüğü adamın cesedinin başında ki üçüncü saatinde, cesede bakıp bir şeyler demek istedi. Yarısını tükettiği litrelik johnny walker’ın şişesine bakıp bir şeyler mırıldandı;
“Benden adam olmaz olum..”

Seri Katil denemeleri part bilmem kaç
Yeni romana başlangıç için denemeler vs..
Seri katil çıkarma çabalarım filan.


22 Ekim 2014 Çarşamba

Kafam oldu Times New Roman




Başlıkta her şeyi gayet açık dile getirdiğimi düşünüyorum. Kafamın içinde yazı karakterleri oluşmaya başladı. Birine bir şey söylerken, sesimi yükselteceksem önce puntosunu yükseltiyorum filan. Arada aklıma güzel söz geliyor, ortamda muhabbet sırasında ortaya yapıştırıyorum lafı, tabi benim ağzımdan altı çizili olarak çıkıyor. Geçen baktım kafam hata verdi, serial istiyor. Vay arkadaş etme eyleme, ben nereden bulacağım şimdi seriali. Bi korktum, endişelendim. Dedim belki bloğumda filan yazar, istatisk kısmına girdim, beni nasıl aratıp buldular merak ettim. Ondan yola çıkacaktım işte beni ney bağdaştırıyor diye. Yoksa ne arayacağımı da bilmiyorum.
İşte bazıları gonulsokak blog yazmış, bazıları bazı kısa sabit kelimeler yazmış. Biri hemen dikkatimi çekti aradan, “kaynananı sikeyim Sibel” yazmış dingilin biri. Bu psikopatça aramadan yola çıktım. Gogula “kaynananı sikeyim Sibel” yazdım,  ‘bunu mu demek istediniz’ demedi, demek ki doğru yoldaydım. O’an Sibel’in kaynanası tamamen aklımdan çıkmıştı. Kim Sibel’in kaynanasını becerdi hiç umrumda değildi, beni tek ilgilendiren kafamın seriali ya da krekiydi. Çünkü birine bir şey demeden önce hata vermeye başlamıştım ve bu çevremce hoş karşılanmamıştı.
Bulduğum enteresan bir siteye girdim. Sağ köşede hac reklamları, sol köşede erotik reklamlar vardı. Bunun bir aldatmaca olduğunu düşünüp tam ortada ki reklamı tıkladım. İki pencere ard arda açıldı. Sağ da ki her zaman daha hayırlıdır diye sağda ki pencereyi incelemeye başladım. Bir reklam vardı, dokuz santimden onsekiz santime çıkartan mucizevi krem diye. O’an o duygusallıkla reklamın amacını betimleyemedim aklımda. Belki de serialim bitmiş olmasa betimleyebilirdim. Kafamda kafamın ölçüsünü hesaplamaya başladım. Ben bazen çok seri hesaplama yaparım. Onsekiz santim kafam olursa krek serial filan gereksiz mi olur diye düşündüm. Üç dakika sonra dank etti, aklıma gelir gelmez boş bulunup hayal ettim, korktum. Ben bazen çok korkarım.  Sonra ikinci siteyi açtım yani solda ki siteyi. Onda da bal reklamı vardı. Onları öyle görünce aklıma flash tv geldi. Hüzünlendim. Ben bazen öyle gereksiz hüzünlenirim. Gittim, telefondan bal siparişi verdim, yanında polen de geldi sek yuttum. Kıçımda arıların dolandığını hissettiğim an yemeyi bıraktım. Sonra bir liraya çalışan masaj koltuğuna oturdum. Bi hoş oldum. Öylece üstüm açık şekilde uyandım. Yeni güne merhaba dedim. Ama geceydi. Ben bazen zaman kavramını da karıştırırım.

Ah, neyse. Amacımdan çıkacaktım az kalsın. Bu yazıyı yine mim için kullanacaktım, aklım gitti. Ben o’na dolu, o bana deli hatun beni mimlemiş. Mimlerken yazmış yanda ki cümleyi de, benzetmelerin beni benden aldı :d gözlerinden öperim.

Yazar ne demek?
Bir kere “yazan” ile “yazar” ı ayırmak gerek, her zaman bunu söylerim. Bakıldığı zaman sadece tek harflik bir yer değişiyor ama olayı tamamiyle anlatan bence o tek harflik ayrıntı.
Yazarlık bir kavram değildir, bir yaşam biçimidir.

Herkes yazar olabilir mi?
Dediğim gibi, benim yazarlık olayına bakış açım biraz daha derin. O yüzden herkes yazar olamaz, olmasında zaten. Kim ne derse desin yetenek işidir.

Sen neden yazıyorsun?
Önceleri delirmemek için yazdım. Sonra baktım ki yazdıkça daha da deliriyorum ve bu daha çok hoşuma gidiyor. Yazdığım yazıyla sevişiyorum, nefes alıyorum...

Beğenilmek ve okunmak hoşuna gidiyor değil mi? Sence bundan dolayı yazarlar megaloman olabilir mi?
Genelde kendi yazılarımı beğenmediğim için, milletin ‘beğendim’ yazması hoşuma gidiyor ne yalan söyleyeyim. Öyle, yazılarıma yorum yapılsın vs diye bir takıntım yok. Bazen uzaktan izlenmekte gayet güzel olabiliyor. Yanda mailimi bıraktım. Oraya öyle güzel mailler geldi ki şimdiye kadar. O kadar değişik hayat hikayeleri tanıdım ki. Bu gizli dünya bana yetiyor aslında. Zaten istatistik kısmında baktığım zaman, gönderim 700-800 kere okunuyor ama sadece on tane yorum. O yüzden yorum olsun ya da olmasın, en önemlisi anlaşılmak. Karşı tarafa yazdığım samimiyetimi aktarabilmek. Yoksa çokta sikimde deyip, saçma sapan popüler kültürün kölesi olup farklı yazılar da çıkarabilirdim.

Bir yazarla sohbet etmek nasıl bir duygu?
Bakış açılarını seviyorum her şeye. Bir nesneye, herkesten farklı bakarlar. Bazıları dümdüz görür, bazıları onu panaromik hatta üç boyutlu görür, tümüyle etraflıca. O yüzden bazen iyi bir dinleyici de olabiliyorum karşımda saygı duyduğum bir yazar olunca.

Yazarların cinsiyeti var mıdır?Bir örnek verebilir misin?
Tabi ki de yok. İlk aklıma gelen Hakan Günday. AZ kitabında ki işlediği konular en iyi örnek.
Yazmak senin için bir mesele midir, yoksa meşgale mi?
Dedim ya nefes alıyorum…
Senin için nefes almak mesele midir, yoksa meşgale mi?

En sevdiğin yazın hangisi?
Hem bloğumun adını taşıyan, hem yayınlayacağım kitabımın adını taşıyan “ParçalanmışGülüşler
Her şey bu şiirden sonra başladı. Yani somut olarak..

Yazdıklarının anlaşılırlığı ile ilgilenir misin?
Yazarken anlaşılır ya da anlaşılmaz diye düşünmem. Zaten düşünürsem ben olamam. Günlük yaşamda da düşünerek konuşan biri değilimdir, sansür kısmı bende yok. Tabi frenlemem gerektiği yerler oluyor ama genelde düz adamımdır. Yazdıktan sonra, bir kez okurum yazdığım şeyi, o zaman zaten bende de oluşur, acaba anlaşılacak mıyım- anlaşılamayacak mıyım diye. Her zaman olmasa da bazen sizden öyle güzel yorumlar geliyor ki, heh diyorum; tam anlatmak istediğim anlaşılmış. Seviniyorum tabi ki. Çünkü ben o’an aynı zamanda sizinle konuşuyorum. Zihninizin en içine giriyorum.
Sevgiler

20 Ekim 2014 Pazartesi

Betül'e..



Hadi şimdi, Kasım'ı da sevdirt bana
Bütün mevsimlere kırgınlığımı atayım tek bir anda
Tek tek sitemlerimi serpiştireyim yokluğunda geçen her aya
Bu kadar gaddar olma, çık bak birazda
Yakamozu seyrediyorum yine balıkçı kulubesinin karşı kaldırımında
Bu kadar hızlı nefes alma
Yorulup düşersin yine bir anda
Bilirsin beni,
Kızgınlığım sana değil Tanrı'ya
Üstüne bir şey giy, ayaza meydan okuma
Bak Ekim'de bırakıp gitti beni
Sen bir başıma koyma
Hadi şimdi, durma
Giden günleri saydır bana
Bencil olma,
Bir tek ölü sen değilsin bu hayatta
Hadi kaldır kafanı, yine dön bak bana
İlk gün ki Betül ol yine
Ağla, sızla, sarılmak iste biraz daha
Hadi kalk şuradan
Söylemek isteyip söyleyemediğim şeyler vardı sana
Bütün ayları şikayet ediyorum şimdi seni benden alana
Arada vefasızlaşıyorum sen bana aldırma
Senden sonra yanına gelenlere de suratını asma
Bizim de sizden farkımız yok bunu unutma
Bazen görürsen ağladığımı sakın bana kızma
şiddete meyyalim vallahi dertten, sızlanma
Ben bu kafiyeyle varırım seninle birlikte sonsuzluğa
Unutmadım seni küçük kız,
Benden selam oralara..

14 Ekim 2014 Salı

Kabak Yelleri



Kafamın içinde sıkışıp kaldım son zamanlarda. Ne düşünebiliyorum, ne düşündüğümü söyleyebiliyorum. Zaten bir sikime yaramayan biriydim, şimdi hepten saçma sapan biri oldum. Yaşımın gerektirdiği hiçbir şeyi yapmıyorum. Gerçi bu kuralları koyana diyeceksin bunu!... Banane arkadaş, ben doğmadan önce siz kuralları yazmışsınız, benden niye uygulamamı istiyorsunuz bunları?
Kuralları koyarken bana sormadıysanız, benden de bu kurallara uymamı beklemeyin. Koyayım hiyerarşinize, koyayım mutlu gibi görünmeye çalışan mimiklerinize!

Sahi, benim yaşım neyi gerektiriyor ki? Düzen mi lazım, çılgınlık mı? Ya da ortası mı? Neyi yapsam düzelirim?
Cumaya gidip, bir saat sonra rakı içsem yavşak mı olurum? Ya da seviştikten sonra abdest almasam?
Amaaan!... takıldığım şeye bak. Sanki her dakika abdestli geziyorum. Sus lan cenabet pezevenk! Lan olum nasıl sevişiliyordu unuttum. Bir tek işemeye kullanıyorum bu mereti. Dili olsa da konuşsa, o da isyan eder her şeye. Beni niye senin vücuda monte ettin der! Ulan çok duygulandım şuan, ne hayırsız vücudum var. Sus! Konuşma.. Yaşımın gerekliliklerini düşünüyorum şuan. İlkokul arkadaşım evlenmiş, bebeğinin pipisini çekip yollamış. Ulan ilk önce anlayamadım kiminkini yolladığını, arayıp fırça atacaktım, şu vatsapı kullanmayı bi öğrenemedin yeter artık diye. Geçen de yengeye iç çamaşır takımı almış, gitti bana yolladı resmi. “Olum rehberden karıştırıyorum diyo” karısı “aşkım” diye kayıtlı ben “angus” diye. Bu lakabı da o’na ben taktım, döndü dolaştırdı bana yerleştirdi pezevenk. Neyse, sonra dikkatli bakınca anladım, bebeği Hüso’nun taşaklarıymış o. Arkadaş ben ne bileyim! Hiç bebek taşağı incelemedim ki. O neydi öyle dinazor taşağı gibi. Gerçi ben hiç dinazor taşağıda incelemedim. Bak bana kızmayın ama.. Sonuçta bir bebeğin taşağından bahsediyorum. Büyük müyük, dert değil. Sizin de bebeğniz olunca siz de bebeğinizin taşağını millete atacaksınız. Bana atmayın ama, hiç hoşnut kalmadım.

Neyse, çok uzatmıyayım. Zaten ne diyecektim unuttum. Ne diyecektim ben ya? Bak şimdi aklıma gelmese çatlarım ha. Ohooo. Yazınca aklıma gelir diye bi ton bi şey yazdım buraya, şimdi sildim. Demek ki yazınca aklımın çalıştığı tezimde yanlış. Benim kafam hiçbir zaman çalışmıyor. Geçen sayılı okey oynuyoruz. Elimde altı sayı kaldı. Beş katı yiyecektim. Altıyla beşi çarptım, otuzbeşi buldum. Makaramı yaptılar, ilkokulda ki matematik öğretmenime sövdüler. Aralarından biri bel altından sövdü. Sonra erkek olduğunu öğrenince, utandı mahçup oldu. Odaklanma sorunum var. Belki de hakikaten ben bir yazının karakteriyim. Yazdığım hikayede ki deli yazara dönecek sonum. Her sabah vücudumda duyduğum o tükürük kokusu belki de benim sayfamı çevirmek için ıslatılan o parmağın kokusu. Bilmiyorum… her şey birbirine girdi.

Bu blog ortamında kıramayacağım kişiler var. Onlardan biri beni mimlemiş, ama o sorular hoşuma gitmedi. İkibinonbeşten beklentileriniz diyordu. Benim hayattan hiçbir zaman bir beklentim ya da isteğim olmadı. Çünkü olduğu zaman, yani ufak da olsa niyetlendiğimi gördüğü an şemsiyeyi boşaltım yerine en güzel şekilde sokuyor, biliyorum. Bak az yanda şemsiyeyi götüme sokuyor demedim, boşaltım yerime dedim. Daha bi cafcaflı oldu değil mi? En azından küfür etmedim. Hı, onu yapmayacağım ama bir üstteki mimi hoşuma gitti, onun da müsadesiyle o soruları cevaplayacağım.
Müzik denildiğinde aklınıza gelen ilk kelime?
Kaçış

Hiç müzikten bıktığınız oldu mu veya dinlemeye ara verdiğiniz?
Müziksiz olmaz ya. Sağ olsun, var olsun her zaman.

Hayatınız boyunca hayranı olduğunuz bir ses sanatçısı oldu mu? Posterlerini odanıza astığınız fan dediğimiz türden yani.
Oldu tabi ki. Daha anne baba demeden, Ferdi Tayfur’un “bana sor” şarkısını söylemişim ben. “mana noor” demişim, rahmetli babaannem hep derdi küçükken bile nasıl Ferdi Tayfur’un şarkılarını dinlediğimi. E her ergen gibi bende orta okul dönemlerimde biraz rap dinledim.
Sonra aklımın biraz biraz kesmeye başladığı vakit müzik ve sanatçı tercihlerim daha da belirginleşti.
Yusuf Hayaloğlu ile tanıştım, o’nu babam yerime koydum. Daha fazla Orhan Gencebay dinledim. Ahmet Kaya’yı sindirdim iyice yüreğime. Erkan Oğur var, belki de ruh denilen bu nusubeti dinlendiren bir o var.
Ve tabi ki benim için en önemlisi ve en değerlisi; Neşet Ertaş..

Kitap okurken müzik dinler misiniz?
Yok ya kafam karışıyor.

Çok klasik ama yine de sormak istiyorum sizin türünüz hangisi?
Tür kavramım pek yok, müziğini beğendiğimi dinlerim. Ama hareketli müziklerle aram pek yoktur.

Asla dinlemem dediğiniz tarz var mı?
Yukarıda da dediğim gibi, hareketli parçaları pek tercih etmem.

Size bir şarkıcı olsanız kim olmak isterdiniz desem?
Hiç kimse.

İmkanınız olsa ülkemizde müzikle ilgili neyi veya neleri değiştirmek isterdiniz?
Ohoo kim uğraşacak onlarla. O kadar çok şey var ki değişmesi gereken..

"Bu şarkı benim!" dediğiniz bir şarkı var mı?

Tvlerde bol bol yayınlanan Talk show programları hakkında ne düşünüyorsunuz? özellikle sunucusunun ses sanatçısı olduğu programlardan bahsediyorum.
Okan’ın Zaga’lı zamanları güzeldi. Her şey popüler kültürün esiri olmuş. Doğal bir şey görmedim mi uzaklaşıyorum konulardan, her şeyden.

Kim şarkı söylemesin sorusuna vereceğiniz ilk isim?
Demet Akalın

Sevgiler.

9 Ekim 2014 Perşembe

Sen Kimsin? - Haydaa yine mi lan!



Oh be! Bu hikayeyi de bitirdik sonunda.
Sadece bitirmekle olmuyor o iş işte, sen koyarsın noktayı senin için biter, benim için bitti mi?

Hobaa! Yine ses! Puşt ses sen misin?
Puşt ses kim, o da mı bir hikayen

Yok ya, puştluk yaptığımda çıkıyor konuşup konuşup gidiyor.
Hea yok, ben o değilim..

Ya kimsin? Olum çabuk söyle, şaşırmam alıştım bu seslere
Ohoo hemen söylesem bir anlamı kalmaz. Beni nasıl can çekiştire çekiştire öldürdün, biraz sende kıvran.

Dış ses? Belki de duymak istediğim şeyleri diyorsun bana. Çünkü her saniye can çekişiyorum.
Bunu görebiliyorum. Ama o da değilim. Sen lanetlisin yalnız, aramızda sır ama bu kimseye deme.

La olum bırak makarayı, söyle kimsin?
Kulunum ben senin..

Kuğul musun?
Kulun lan kulun. Mal mısın nesini anlamadın

Ilık Ilık konuşma!. Lan nasıl kulumsun, tövbe çarpılıcam lan.
Lan olum kendi dünyanı yarattın, beni de oraya ekledin. Beni sen yazdın yani.

Haa öyle desene olum. Kul filan, gerek yok böyle afilli betimlemelere.
Ulan bana diyene bak. Sen beni yazdığın hikayeyi bir hatırla, ondan sonra soracağım ben sana. Kosovalı’yı hatırlıyor musun?

Kosovalı? Ha siktir!.. Olum ama ben seni yayınlamadım ki. Eski Biyoloji defterimin arkasına yazmıştım seni. Kaç sene oldu lan, yeni mi sesini duyurmak aklına geldi?
Olum nasıl geleyim. Cezaevine tıktın beni. Dört yıl yattım, şimdi şartlı salındım da çıktım.

Ya olum şimdi öyle deyince bir kötü oldum. Tecavüzden girmiştin dimi ?
Birde sormuyor musun iyice sinirleniyorum ha! Lan olum, benim ne günahım vardı da beni tecavüzcü yaptın. Doğru söyle, hiç bu kadar gerçekçi hikaye olmaz. Kuzenini hakikaten siktin mi?

Lan!.. Haddini bil! Seni bu yüzden yayınlamamışım o zaman.
O zaman bana niye şey ettirdin kuzenini pezevenk! Tecavüzden yattım, neler yaptı bana cezaevinde bütün kötü karakterler biliyor musun?

Kosovalı, sen doğuştan bir tecavüzcüydün. Ana rahminden çıkmadan zehirledim seni ben. Kusura bakma, sana da bu denk geldi ne yapayım.
Düşüneceksin olum. Nasıl bir piskopat yarattın, aç da hikayeyi bir oku. Ha zaten o yüzden seslendim sana. Olum belki yayınlamadın diye böyle, arafta sıkıştım kaldım. Beni yayınlasana, hem belki susarım. Senin de kafanı şişirmem.

Yok olum onu yayınlayamam. Toplum buna hazır değil. Sanırım orada biraz fazla karıştırdım ortalığı.
Diyorum olum sana. Sende gizli sapıklık var. Lan hadi aramızda. İtiraf et sende rahatla.
Eve gittiğimde tekti. Belki de felaketimi hazırlayan da bu oldu. Yine aynı eteği giymişti. Sanki etkilendiğimi bilircesine yine o ince siyah çorap. Off! Yavaşça sol avuç içimi kuyruk sokumunun üzerine koydum, uykusunun derin olması belki de piyangoydu benim….

Yeter! Sus!
Duymak istemiyorsun ?

Kosovalı saçmalıyorsun. Her yazdığım karaktere hesap vermek zorunda kalsam, hepsinin içinde ben olsam zaten dayanamam, sıyırırım kafayı.
Oha!.. Sen normal olduğunu düşünüyorsun bir de ?

Sen lanetlisin Kosovalı! Şuan yazdığımla bir kez daha gurur duyuyorum. Demek ki hikayeyi noktalasam bile devam ediyor lanetin. Senin Tanrın madem benim, şuan senin hikayene koyduğum noktayı virgüle çevirip, seni öldüreceğim!
Dur dur!.. Tamam. Sadece seni korkutmak için d…..

Orada mısın?
Hey! Gittin mi..
Toprağı bol olsun..

“Daha fazla katlanamıyorum buna. Sanki beynimin içinde binlerce ses taşıyorum. Binlerce yaşanmışlık var tüm hücrelerimde. Bir insan kötü olabilir, ama kötü bakamaz. Ben kötülüğe, bütün çirkinliğe inat, bütün kötülerin laneti olarak dünyaya geldim. Gelmişim. Şimdi sana hesap sormaya geliyorum ey sahip! Beni bu kadar kusursuz kötü yazdığına göre, kusursuz bir ölümde bellemişsindir. Az sonra karaciğerimin iki parmak aşağısına saplayacağım bu bıçak sayesinde tam kırkbeş dakika öğüre öğüre öleceğim. Madem ki can çekiştiğimi iddaa ettim. O zaman bana da öyle gitmek yakışır…”