Bir not defterime bir bana, bir bana bir not defterine…
Söz istemeyen anların birinde değildik. Belirgin birkaç cümlenin
belirebilmesi için belirtili cümlelerin çıkması gerekti.
İzmir’e yeni gelmiştim yine bir kaçış belirtisi olarak. Kendime her zaman
itiraf ettiğim ama hiçbir zaman kendimi inandıramadığım bir olaydır bu. Şehir /
Ülke değiştirmekle kendimden kaçabilirim diye düşünmüştüm. Kızmıştım yine kendime, veryansın
etmiştim lâkin yine kendime söz geçirememiştim.
İzmir Alsancak’ta kordondayım. Yaşım yirmidokuz ama rıhtıma yayılıp güzel
şeyler düşünebilecek güçte hissetmiyorum kendimi. Rıhtıma boylu boyuna saran,
denizle karayı birleştiren bir tahta parçası üzerindeyim. Dalgaların
bazılarının hiddetinden oturduğum yer adamakıllı nemli durumda. Kıçımı
düşünecek yaşı da geçmişimdir herhalde.
Madem gelmişim birkaç acemi çapkınlık bir de yeni kitaba biraz malzeme
çıkardım mı iyidir diye düşünüyorum içimden. Bir yazanın en büyük korkusu kendi
gerçekliğini kaybedip tamamen hayal dünyasına dalıp gitmesidir. Bu duygu öyle
de tatlıdır ki kaybolacağını / yok olacağını bildiğin halde kapılıp gitmek
istersin bu hayal deryasına. Burada seni güttüğün amaç dürtükler. Sırf egomu
tatmin etmek için yazma serüvenine başlamadım ben. Ölüm kalım meselesiymiş
girerim her yazıma, her cümleme. Bu yüzden ödüm kopar yarım bıraktığım
hikâyelerin bir gün kapıma dayanıp beni boğacağından.
İzmir Kordondayım. Hava insan etini ısırıyor ama acıtmıyor. Tene tatlı
bir kaşıntı hissi veriyor ve kaşıyıp o anın bitmesini hiç istemiyorsun.
Etrafıma bakıyorum, bulunduğu metrekarede tek başına oturan bir benim. Hoşuma
gidiyor bu durum, uzun süre sonra bulunduğum yerde ilk kez gülümsüyorum. Az
evvel kurduğum cümleyi tamamen yıkan bir şey oluyor, yanıma biri oturuyor. İki
yalnız yan yanayken yalnız olabilir mi diyorum içimden. Yanıt vermiyorum.
Önümdeki maviliğe bırakıp gidiyorum bu soruyu daha sonradan kurtarıp
cevaplayabilmek için. Yanımdakinin bir kadın olduğunu anlayacak kadar iyi koku
alabiliyor burnum. Yanımdaki kadının beni izlediğini anlayacak kadar da kavrayabiliyorum.
Otuz diyorum içimden, otuz saniye içerisinde dönüp bir şey diyecek. Elimdeki
küçük not defterinin arasına kalemimi yerleştirip bekliyorum. Saniyeleri tabii
ki saymıyorum ama eminim ki otuzu geçmeden bir ses işitiyorum.
“Selam” diyor gülümseyerek, harfiyen tekrarlıyorum yüzümdeki gülümsemeyi
de benzetmeye çalışarak.
Gözleri elimdeki not defterine takılıyor. Kaşlarını kaldırıp “yazar mısın
bakayım sen” diyor. Az önce attığım gülümsemeyi yenileyip “yazanım” diyorum. Az
önceki gülümsemesini bir tık arttırıp kıkırdıyor. Gövdem gövdesine birkaç
derecelik açıyla biraz daha dönüyor.
“Niye geldin bakayım İzmir’e” diyor,
“İzmir’e geldiğimi nereden biliyorsun” diyorum,
“Genelde böyle olur, İzmir yeni hikâyelerin şehridir” diyor,
“O zaman bende bir hikâye çıkarmalıyım sanırım” diyorum gövdemi denize
doğru tekrardan çevirirken. “Ancak vaktim yok, gideceğim” deyip olası cümlenin
önüne bir set kuruyorum. Bana doğru biraz daha yaklaşıyor. Muhtemelen öpecek
diye eksenimi tekrardan çeviriyorum. Aklıma otelin yakınlığı gelip bir tık da
heyecan yapıyorum.
“Ama çok kısa sürede aklından geçirdin” diyor, sendeliyorum.
“Yok canım” diyorum, “bir şey geçirdiğim yok sadece ne yapmaya
çalışıyorsun anlamaya çalışıyorum.”
“Hikâye çıkarmaya geldin madem elin boş dönme” diyor. Ayağa kalkıp
telefonunu denize doğru fırlatıyor. Denize doğru hamle yaparken eteği
havalanıyor. Yaptığı hareketten ziyade görünen iç çamaşırına bakıyorum.
“Eee hikâyemi bu şimdi” diyorum bıkkın bir ses tonuyla.
“Hikâye” diyor, “hatta bunu da yaz. Tarih 19 Eylül, günlerden Salı. İzmir
Alsancak’ta kıvırcık kızıl hatun sevgilisinden ayrılık haberinden sonra
telefonunu denize fırlatıyor ve diyor ki, madem onun sesini bana duyuramayacak
ne işe yarar bu meret. Ve sonuna da ekle, hep mi Eylül’e gelir be, hep mi..”
Çantasından çıkardığı uzun slim sigarayı güçte olsa yakıyor. Hiçbir şey
demeden gidecek diye iddiaya giriyorum kendimle. Kazanıyorum da. Yalnız
giderken arkasından sesleniyorum, “adın ne senin deli kız” diyorum. Dönüyor
gülümseyerek, hatta kahkahanın bir tık ötesi desem yalan olmaz.
Az evvel ki cümleyi kendisi kurmamış gibi söylüyor, “adım” diyor, “adım
Eylül.”