28 Mart 2014 Cuma

Heeyyy buradayıımm!


-----
eski yazı , benzer duygular..
-----

Ne güzeldi oysa ki dimi ilk günümüz..
Sen serin bir Nisan sabahı mağduru ben üzerinde ki yelek. Başlarda biraz tuhafıma gitsede alışmıştım sana. Aslında çok ah ettim sen bilmesem de , içimi acıtan da sendin acımı benden alıp uzak diyarlara savuranda. Ama neydi biliyor musun seni herkesten farklı kılan ?
Sen hep çok farklıydın hep bir değişkenlik havası sinmişti üzerine. Bu duruma herkes alışabilir mi bilmiyorum ama alışmak zorunda olduğumu bildiğim için alıştım..
Peki neydi bu ?
Ben sana mı alıştım yoksa bana getirttiğin alışkanlıklarına mı ?
Yo , sitemim sana değil sitemim bizde oluşturulan bu alışkanlıklara..

Yine bigün bir Nisan sabahı..
Gözlerini gördüğümü ilk kez fark etmiştim o gün. Sanki bundan önce yoktular..
Dilimde hiç gitmeyen Orhan Baba şarkısı, bak diyor ki ;

Belki sana göre eski kafayım
Bir aşkla yetinen anlayıştayım
Belki isteyip de yapamadığın
Zorluklardayım aklım takıldı
Anlat bana seni aklım takıldı

Hiç ters ters bakma bana. Kim olsa yerimde eminim ki sana karşı düşünceleri hep aynı olurdu.
Yahu nedir bu dengesizliğin “ Sen bir gerçeksin yalan değilsin “ diyor yine şarkıda bak..

Ne olurdu ki şu koduğum dünyasında iyi bir şey olsaydı da sana inansaydım. Sana / rüzgarına / kokuna / samimiyetine..
Bana kızacaksın şimdi ama , evet yaptım !
Kaldırdığım kışlıklarımı geriye yerleştirdim ütülü ütülü.
E be Cemre sen nasıl bir orospusun arkadaş bir karar ver , ya sıcak ol ya soğuk
Grip ettin hepimizi ulan ne rüzgarmış sende ki yaaa!
Yeter laa yeterrr

24 Mart 2014 Pazartesi

Mimi Mimi bir tuş konmuştuu




Bahar geliyor. Alabiliyor musunuz kokusunu..
(Bahar’ım burada ki Bahar sen değilsin aman he :) )
Neyse ne dedim , Bahar geliyor yavaş yavaş.. Dün (Pazar) hava o kadar güzeldi ki , yalın ayakla gez çimleri o derece. Sahile attım kendimi , güneş yüzüme yüzüme vuruyor yakıyor tenimi.. işte bunu seviyorum. Kulağımda bir Orhan Gencebay şarkısı.. başka türlüsü ne münasebet..
Ve sonra insanlara saygı duymayı deniyorum. I ıh olmuyor. Bir türlü saygı duyamıyorum. Bir tek avuç içine sevdiceğini alıp yürüyenlere saygı duyuyorum alıp bu mavi deryaya getirdiği için. İki göz birbirine değince üçüncüsüne önüne bakmak düşermiş , o yüzden önüme bakıyorum sap sapına. Hemen arkada bir avm var , avmleri kullanmam demiyorum işe yarıyorlar ama söz konusu sayıları olunca insan üzülüyor tabii.

AVM’leri kullanmamın en önemli sebebi masaj koltuğu. Atıyorum bir lirayı başımı götümü yoğuruyor namussuz. Enterasan bi şekilde bedenimi ele geçirdi bu koltuk.Aramızda çok gizli bir aşk bir elektriklenme var. Sebebini çok merak ediyorum. Hatun olsam götümde hissettirdiği sertlik hoşuma gidiyor diyeceğim ama o değil (laaaynn!)
Velhasıl , tam gidicem koltuğun oraya , ama nasıl kemiklerimi resmen hazırlamışım tüm gözüm dalım daşağım her şeyim o koltuğa kitlenmiş durumda. Birde ne göreyim!!
Koltuğa ulaşmama yirmi metre kala gitti teyzenin biri oturdu ona. Bekle..beklee..beklee.bekleee!
Yok arkadaş , teyze orayı bellemiş bir kere. O değil bari masaj yaptırsa boş oturuyor. Teyzelerle mücadele etmeyi metrobüse binerken öğrenmiştim ama burada omuz omuza değiliz ki , ne yapsam ?
Haa açıklıyayım. Agaa bizim bu teyzeler boş metrobüs geldimi sana bir omuz koyuyor , iflahın sikiliyor yarım metre köşeye kayıyorsun. Bu durumu bizim orada spor salonunun çaycısı İrfan abiye söyledim.
“Dert etme olum sana iki haftalık bir çalışma uygularız , kondüsyon lazım kondüsyon.”
Meğer daha önce üç kişi daha başvurmuş aynı olay için. Yavv bakma öyle harbiden şaka değil (:

İki hafta çalıştırdı beni İrfan abi spor salonu kapandıktan sonra. Sırf beni çalıştırabilmek için kendisine pazardan eşofman üstü almış , ama sadece üst. “Yabancı değiliz olum şortla idare ederim siktir et” dedi. Saygı duydum. Ağırlık kaldırttı bir hafta , hazırlıksız yaptığım için hepten hamladım. Hiç binemez oldum metrobüse. Sonra bir iki alıştıktan sonra teyzelere omuz vurmayı öğrenebildim. Bi koyuyo bana omuzu ama hazırlıklıyım tabi vurduğu gibi geri tepiyor ve beklenen mutlu son; oturduuuummm! Koltuğa oturdummm!
Hee hiçbir şey karşılıksız değil tabi. Yetmişbeş kuruşluk çayı 1 buçuk liradan kitledi bana iki hafta boyunca. Eee bu devirde hangi iyilik karşılıksız ki. Sevginin bile karşılıksız olanı hiçbir değer etmiyorken..



Ee ben ne diyodum unuttum. Hee. Aklıma bi muzurluk geldi , teyze koltukta kendinden geçmişken gittim bir lira attım ve çalışmaya başladı. İlk başta anlayamadı ama sonra “semi allahudu limen hamide” diyip birden kalktı. Kalktığı gibi oturdum. “Çin malı bunlar teyze , elektirik kaçırıyor” dedim. “Aman iyi ettin söyledin yavrum” dedi. Şuan düşünüyorum da , insan bir der; yavrum der madem elektrik kaçırıyor sen niye oturuyorsun..
Benim gözler kapandı. Sanırım şu hayatta bi bu koltuğu seviyorum.. O bile karşılıksız değil , bir lira atmasan çalışmıyor namussuz. Şimdiye kadar hiç para verip bir kadınla yatmadım yani bir fahişeyle. Para karşılığı ile bir ete sahip olmak kadar salakca bir şey yok. İnsan kendi ırkından birine para verip kadın vajinasını kiralıyor. Ne korkunç bir şey.
Ama seviyorum bir liralık bu kiralama işini. Seviyorum etime işleyen bu sertliği.. Arkamdan ince tiz bir ses; “yavrum kalk hele bak sana bişey olmadı , oturam ayağlarım şişti..”

Yine yeniden mimlenmişim , üstelik adım eşkalim bilinmekte
Göğsümde yani tam şuramda , kirli sakalıyla bir eşkıya gezinmekteeee
Başım belada , adamın biri vurulmuş sokakta
Cebimde adresi bulunmusşş..
Başım Belada , senelerdir kuralsız yaşamışım
..
.
Gitti kafa yine :d

Blog dünyası çok enterasan ve bi o kadar nankör..
Bu nankörlük olayına girersek çok uzar bu yazı onu siktir et. Ama okuyabildiğim kadarıyla öyle güzel yazarlar var ki denk geldiğim. Tabi bunun tam tersi olanlar da var. Elimden geldiğince herkesi okumaya çalısıyorum tabi bu makyaj kadın şeysi vs vs dışında. Yazı yazmak öyle kolay iş değildir. Hele bir yazıyı başlayıp bitirmek ayrı bir meziyettir. Burada bu dünya içinde belki de en çok diye sınıflandırırsak bunların en başlarında duracak olan biri var. Kendisini hiç unutturmayan , devamlı halimi hatrımı soran ve yazılarıma virgül olan Bahar. Bir bilseniz ne güzel sıralar kelimeleri yan yana. Zor iştir. Hele ki kelimelerle başa çıkmak çok zor iştir. O yüzden kendisini tanımaktan ve okumaktan gerçekten büyük keyif alıyorum. Niye mi Bahar’dan bahsettim. Hakikaten niye bahsettim ?
Çünkü “Hatırlıyorum adın Bahar’dıı” :) . yok yok bu değil. Bana güzel güzel sorular yönelttiği için. Pek sık aralıklarda yazı yazmıyorum bloğa. Ruhum etime böğrüme böğrüme vurduğu zaman anlıyorum kelimelerimin içime sığmadığını , sonra başlıyor düzenli olarak kelime istifram.. böüüü

Atmacaaa..
Kendisine Ruhsuz atmaca demiş ama halt etmiş. Ruhu bedenine sıkışmayan birinden o kelimeler o şekil sırayla düzgün ve güzel bir o kadar atik şekilde çıkmaz kardeşim , kimseyi kandıramasın :) . 
Kendiside sağolsun hatırlamış ve sorular yöneltmiş. İki değerli arkadaşımın da aklında kalabildiğim için kendilerine teşekkür ediyor ve başlıyorum cevaplamaya ;

1.) Neden ‘blog adın?
Parçalanmış Gülüşler..
Blog tanıtım kısmımda da bahsettim az biraz.
Doğumdan itibaren içimize attığımız o hüzün ve acı taşları aslında..
Hepimizin kırılmaz zannettiğimiz bir tebessüm duvarı vardır. Oraya bir sürü taş atarız yaşadıkça / yaşlandıkca..
Kimimiz o duvara çakıl taşı atarız , kimimiz koca koca kayalar.. Yıkılır bir süre sonra o duvar. Sonra başlar sahte ve siyah tebessümler. Hayata ve insanlara inat konulur suratlara sahte gülümsemeler. İnsan gülümsemesini yitirdiği an ölüm açıklamasını / otopsisini bizzat işler ruhunun grileşmiş kağıdına..
Ölüm Sebebi : Doğmak..

2.) Hayat felsefeni belirleyen söz nedir?

Belirlediğim bir hayat felsefem yok. Bir şeyi düzenli hale getirdiğim zamanlarda hayatım hep alt üst olmuştur. O yüzden kendim ile ilgili genelde hiçbir şey düşünmem. İnsan olduğumu unuttuğum her an artı birdir benim için. Ama dersen ki sen bir söz ver tırnak içine alınmış , o zaman şunu derim ; “Batakta ve yatakta eşin iyi olmadıkca eline mahkumsun..”

3.) Kendimle ilgili üç doğru dört şey

-İnsanları izlemeyi severim.
-En sevdiğim mevsim Mart.
-Bıçaklandım
-Bıçakladım

4.) Hayattaki ilk hatıralarınızı yazmaya çalışın. Bakalım neler bulacaksınız?

Hafızam epey kuvvetlidir. Bunda hiç sıkıntı çekmem lâkin ben en somut hatırladığımı yazayım. Yoksa henüz anne – baba demeden Ferdi Tayfur’un Bana Sor şarkısını söylediğimi bilirim. “Mana noorr yaylizlııkk”

Orta birde Hülya diye bir arkadaşım vardı. Hatırlıyorum sarışındı. Güldüğü zaman gözleri kaybolurdu. Bir gün bir haber geldi. Dediler ki sizin sınıfta ki Hülya denizde boğulup ölmüş. Üzülmüşümdür sanırım hatırlamıyorum şuan içimde ki sızıyı. Evlerine gittik arkadaşla. Annesi ağlayarak karşıladı bizi. Elimizden tuttu kimsenin olmadığı , yerde beyaz örtüyle üzeri örtülmüş birinin yanına götürdü. “Bakın arkadaşınız burada” dedi. Yanımda ki arkadaşım hemen kaçtı. Ben kaldım öylece baktım. Karnı şişmişti. Gözlerinin bir tek gülünce kaybolduğunu gördüğümden bir an için öldüğünü unutmuştum. Çünkü aynı güldüğü gibi kapatıyordu gözlerini. Hiçbir şey olmamış gibi döndük mahalleye. Kimseye inandıramadım onun öldüğüne. Ablası var , oda aynı Hülya gibi sarışın. Bizim buradan geçer hep. aklımdan geçer yattığı yeri sormak ama hep çekinirim. Defterine sadece kırmızı kalemle yazardı yazılarını Hülya. Birde benim yaptığım köpekli şakalara çok gülerdi. Korkuyordum sormaya.. yanına gittiğim zaman ya gülmesse ? ya güldüğü zaman gözleri kapanmazsa..
Ya görürsem gözlerini..
Nasıl karar veririm peki.
Heyy ! öldün mü yoksa gülüyor musun..

---


17 Mart 2014 Pazartesi

Şefim! Bizim Karanlığın yanına bir tutam Acı Sos..


Belki sevilebilseyim gerçekten , sevenleri de anlayabilirdim.
-seni seviyorum ulan , kaç kere söylicem!
..
.

Sene 2012 , Temmuz..
Uzun uzun bakıyorum yanımdan geçen kadın ve kızına.
Ne kadar yakışıyorlardı birbirine. Yakıştırmak sadece karşı cinslere olmamalı. Oksijen tüketen her canlı birbirine yakışabilir / bakışabilir / sevişebilir.
Sevişmek konusunda ciddiyim.

 İkibinyedide Bakırköy’de English Time ‘ de Efe diye bir arkadaşım düzenli olmasa da iki haftada bir altı yedi tane gülü alıp penisine sürtüp boşalıyormuş. Bana dert yandı – nasıl kurtulucam olum bu durumdan bir türlü bırakamıyorum çok pahalı dedi. Hiç betimleyici bir hareket vermedim olayın şaşkınlığını yaşarken.
“Sapıyla mı yapıyon la” dedim.
“Herhalde olum işin zevki orada” dedi.
Enterasan adamdı Efe , ağzından hiç sakız eksik olmazdı. Cikletini yaklaşık bir saat çiğneyip , dil darbeleriyle yuvarlaştırıp ağzıyla tuff diye dışarı püskürtüp vururdu hep aynı sloganla..
“İlhan Mansız vurdu ve gol olduuuu”
Efe ikibuçuk ay hiç aksatmadan geldiği kursa iki hafta üst üste gelmez oldu. Gittim evine.
Evine de üç sefer cigara sarmak için gitmiştik. Güzel bir terası vardı , iki birayla sarmalayıp gömüyorduk esrarı. Kimseye anlatmadığı bir sıkıntısı vardı , bana bile. Bir gün cesaret edip sormaya kalktığımda hep farklı yalan yanlış bir sürü bişey derdi. Dedim ya enterasan adamdı Efe , bir insanın yüzüne beş saniyeden fazla bakamazdı. Çok direttim gözlerimin içine altı saniye baksın diye , o hep kaçırdı gözlerini benden / tüm insanlardan.
Belki insan olduğunu bir saniye bile düşünseydi oda inanabilirdi gerçekten Tanrıya ve insanlığa. Ama Efe inanmadı hiçbir şeye , penisine bile..

Evine gittiğimde kimse yoktu , telefondan zaten hiçbir zaman ulaşamadım Efe’ye.
Efe’ye göre telefon bir bağımlılık , bir teslim oluş.
Tam dışarı çıktım , eve giren bir dayı kesti önümü. “Efe’ye mi baktın birader” dedi. Beni Efe’nin yanına gelip giderken görmüş arada , o yüzden seslenmiş.
“Evet Dayı “ dedim ,” nerede iki haftadır yok piyasada , bu kadar kaybolmazdı”
“Ohoo Efe geçen hafta öldü be olum” dedi.
“Siktir lan” dedim. Sonra ayıp ettiğimi düşünüp özür diledim.
“Nasıl ya , anlatsana hele dedim..”
“Oğlum belki biliyorsundur , bunun annesi bir yüz kızartıcı olay yüzünden ikibindörtte kendini asmıştı tavandan , o gün bugündür toparlanamadı zaten Efe , oda terastan atmış kendini, yere düştüğünde de ölmemiş ama hastanede ikinci günü kaybetmişiz. Hadi başın sağolsun.."
Cebinde bir not varmış , notta "tohumunu siktiğim dünyası" yazıyormuş..

Şok oldum.. Ama şok olduğum Efe’nin ölmesi değil , annesinin başına gelen olaydı. Parçalar birleşmeye başladı.. Sordum dayıya bu yüz kızartıcı olay neydi dedim. Bir bir anlattı.. Efe’nin penisine giren diken parçalarının her birinin sebebini anlattı. Annesinin kardeşi yani dayısı , tam yedi sene boyunca tecavüz etmiş.Bigün Efe henüz onyedisindeyken ayyuka çıkmış bu olay.Annesinin inilti seslerine uykusundan uyanan Efe , annesinin ve dayısının göz bebeklerini gördükten sonra derin bir susmuş.. 
hem kendi gözbebeğini , hem bütün insanlığın gözünün ferini susturmuş.
sineye çekmişler bu durumu “elaleme ne deriz” mantığıyla. Olaydan üç gün sonra annesi sütyenine iliştirdiği intihar mektubuyla kendini asmış , tabi olay su yüzüne çıkınca dayıyı içeri tıkmışlar. İçeride altmışaltı gün yatıp çıkmış..

Hemen nereye defnedildiğini öğrenip ziyarete gittim Efe’yi.
Olayın şaşkınlığından ağlamaya vakit bile bulamadım. Cebimde az biraz ot , sol elimde bir kırmızı gül.
Biliyordum tebessümle bu anı beklediğini. Biliyordum sönük etine doğru yaslanmış penisinde ki gül dikenlerinin sebebini.
Efe belki gerçekten sevebilseydi herhangi bir şeyi , terastan atlayıp ölmezdi..
Becerebilseydi gözbebeklerime gözlerini değdirmeyi , belki becerebilirdim insanlara olan kinini / nefretini bir ateşle söndürmeyi.

Gözüm halâ üç yaşında ki küçük kızda.
Gözlerinin anasına benzediğini gördükçe içim bir ürperiyor..
En son karşılaştığımız ve bir daha asla birbirimizi göremeyecekmişiz gibi nefret ve aşkla olan son konuşmamız geliyor aklıma..
“Sevmenin ne olduğunu bilseydim , belki bende sevebilirdim.
 Belki sevilebilseyim gerçekten , sevenleri de anlayabilirdim.”
-seni seviyorum ulan , kaç kere söylicem!
 
..
“Birgün bi kızın olursa , gözleri sakın sana benzemesin..”

Göz bebeklerinden olsaydı çocuk yapma işi. Dünyada ki en iyi jinekolog ve ürolog ben olurdum. Görebiliyordum gözlerde ki sertliği. Görebiliyordum gözlerde ki suyu.
Ve görebiliyorum insanlığın gözünün ferinde ki gül dikeni kıvamında ki acıyı..
 


13 Mart 2014 Perşembe

- STOKLANMIŞ ŞİİR -



Şiirler yazıyorum sensizliğimde okumak için
O katı, o soğuk, o sessiz halini zihnime çiziyorum
Şimdi, sensiz geldiğim bu şehirden, yine sensiz gideceğim günü hayal ediyorum
O tren garındaki çiçekler artık kime gidecek
Sesine alışmış yüreğim, sessizliğinde ne halt edecek, bilmiyorum..

Bazen de yaralı yavru bir kuş gibi bakan o mahzun halin geliyorda aklıma
Senin inanmadığın yüreğimden gözlerime kan fırlıyor
Boğazım düğüm düğüm, kirpiklerim tuzlanıyorda
Görmeyesin diye, ağlamak yakışmaz diye bana
Sadece en neşeli fıkralarımı hatıra bırakıyorum sana,
Hoşçakal..

t.yazıcı
tozlu raflardan

11 Mart 2014 Salı

Berkin Elvan'a..



Uyan be çocuk..
269 günü paylaşmadık mı seninle
Sen uyurken ,
Kâh güldük , kâh hüzünlendik.
Hüzün doğamız ,
Gülmekse;
Fakirliğimize inat becerebildiğimiz bir zenginlik işte.
Uyan be oğlum
Uykuna alışırdık elbet ama
Bu temelli gidiş
Bu sarsıcı yıkılış
Bak sana söz.
Vallahi Billahi
Bir melemen , birde cacık
Ulan vallahi dedim be!
Ekmeksiz , çalakaşık!
Yanına çay koyduk mu birde
Değme osuruktan keyfimize.
Hadi be oğlum..
Daha peşinde koşacağız umudun ve kadınların
Umudu bilirsin;
Fakirliğimizin hala kızı.
Kadınlar.. Ah Kadınlar
Daha aşık olmadın be oğlum
Aşk acısı çekeceğiz daha
Daha türlü türlü acıları paylaşıp
Aynı rakı sofrasında kederleneceğiz.
Kalk be oğlum!
Ellerinde salınan uçurtmayı çıkaralım göğe
Sıkı tut!
Onaltı kiloyla kafa tutma feleğe
Bir el ver , bir ses
Hadi esmer çocuk
Gülüşünle bize nefes ver..

t.yazıcı

Berkin Elvan ölmedi.

Öldürüldü!

3 Mart 2014 Pazartesi

Yarım porsiyon Karanlık alabilir miyim.. Az pişmiş olsun


Burası çok karanlık ,
hele ki karanlık olan yer mezarlıksa iyice derin karanlık..

Onüç yaşlarında filandım. Çükümün ne işe yaradığını kavrayabildiğim , otuzbirin; otuzbir kere değil de akışına bırakılarak çekildiğini anlayabildiğim zamanlar.
Bir yakınımızın yazlığına Tekirdağ’a gitmiştik , Kumbağ tarafına. O zamanlar orası yazlık olarak sayılabiliyordu , şimdi git kumsalda götünü koyacak yer bulamazsın.
O yıllarda yaşanacak / gezilecek yerdi orası. Sessizdi. En önemlisi Trakyanın bütün güzel kızları oraya geliyordu. Onbeş yaşına kadar her yaz bir ay boyunca kesiştiğim bir esmer kız vardı. Bigün kafayı taktım , gidip konuşayım diye düşündüm. Bir şekilde dikkatini çekmeliydim. Gittim yerde ki gazoz şişesini kırarak koluma faça attım , enterasan desenler çizdim. Ertesi gün aradım / bakındım kız yok. Evini biliyordum , gidip bekledim bir saat kadar ne gelen var ne giden. Tabi bu arada façalı kolumu gizliyorum herkesten..

Niye gizlediğimi şimdi çok iyi anlıyorum. Aradan geçen onüç sene insan ruhundan hiçbir şeyi götürmüyor. Parmakları olmayan bir güzel kıza şahit oldum burada , eli cebinde gizliyordu elini. Kimsenin görmesini istemiyordu Tanrı tarafından yok edilen et parçalarını. Ama çok güzeldi , tüm insanlığın parmaklarını söküp koparırcasına güzeldi. Bir eli hep cebinde , göstermiyordu eksik parçasını ama görebiliyordum gözlerini , hep gözlerine bakıyordum. Sonra başka engeller gördüm. Kimi ayağını gizledi , kimi olmayan kulağını gizledi bir şapka parçasıyla , insanlar eksik parçalarını başka insanlardan gizledi.
Bir süre sonra bende gizledim , bütün insanlıktan gizledim kendimi. Hep kaçtım , kaçmayı denedim. Bazen ruhumda ki engeli görecekler diye ödüm koptu. Sakladım ruhumu tüm insanlıktan. Tüm bedenimi gizlemeyi denedim , bir cep olsa insanlığımı kaldırabilecek oraya girecektim. Bende çok büyük bir yere girdim . Karanlığa , sonsuz karanlığa..

O gün öğrendim ki gitmişler. Kolumda ki faça izlerini  aynı yerleri kayboldukça tazeledim. Bir sene boyunca kolumu çizdim. Bir sene sonra karşısına çıkacak ve acımı bir hediye olarak sunacaktım. Sundum da öyle oldu.Adı Ümmügülsümdü. Adını babası koymuş. Adını duyduktan sonra kızdan soğumuştum , ben daha farklı hayal etmiştim. Nedense dinlediğim Ferdi Tayfur şarkılarıyla birlikte o ismi söyleyemiyordum , bir yerde bir yanlışın olduğunu anlayıp hem kızı düşünmeyi , hem faça çekmeyi bıraktım. Bazen vazgeçmek için sudan sebepler bile yetebiliyor.
 Ama o yıl , yani tam ondördümde , çok daha değişik bir şey keşfettim. İçimde ki karanlığı su yüzüne çıkardım..


Yine kumu delme günlerinden biri , o zamanlar el değmemiş ya zıpkın gibi.  
Bir ses bir gürültü koptu birden. Herkes sese doğru koşmaya başladı , çok fazla kişinin koştuğunu sırtıma serptirdikleri kum tanelerinden anladım.
Kafamı kaldırıp baktığımda , yunus bisikletiyle birlikte bir kalabalık geliyor. Bir adam, sonradan öğrendim çocukluk arkadaşı ağıt yakıyor. Arkadaşı yüzme bilmediği halde yunus bisikletinden atlamış mı düşmüş mü öyle bir şey , sonuç olarak boğularak ölmüş. Getirdiler kumsalın oraya uzandı , şuan bile gözümün önünde o ölümle yaşam arasında ki durumu. Kumda bir iki öğürmeden sonra kesildi tüm nefesi ve sesi. Adam ölmüştü. Arkadaşı “ben ne diyeceğim şimdi daha yeni nişanlandı” deyip duruyordu. Karnı şişmişti adamın. Gidip yanına çöktüm , izlemeye başladım suratını. Sırtıma denizden çıkanların vücudunda ki su kalıntıları vuruyordu , her damlada ürperiyorum , sanki her damla boğuyor beni.
Dönüp denize baktım , hava akşamüzeri beşe filan geliyordu. Denize baktım kimse yoktu.Herkes saygı gösteriyordu Tanrı’nın büyüklüğüne. Herkes önünde eğiliyordu mavi deryanın bir canı daha yuttu diye. Sonra tuhaf şekilde denize girdim hızlı adımlarla.  Annemler arkadamdan sesleniyorlar “dur nereye gidiyorsun” diye.
O an o deniz onlar için bir katil , bir suçlu.Biliyordum ben mavinin masumiyetini. Ama görebiliyordum içinde ki ölü insanlarının haykırışlarını. Deniz öyle durgundu ki , dinlememi istiyordu ölü insan çığlıklarını. Dinledim / dinleyebildim. Ayaklarımın üzerinde on dakika boyunca ölü insan çığlıklarını dinledim. İnsanlar benim denize işediğimi düşünse de ben aldıklarının bıraktığı salyalarının birikimlerini çekiyordum yapış yapış tenime.

O gece niye bilmiyorum içimde mezarlığa gitme isteği doğdu. Gece oniki filandı sanırım. Yana yakıla mezarlık arıyordum. Çağırıyordu bir ses beni. Belki de o gün ölen adam çağırıyordu beni orada olmasa bile. Belki de bir emaneti vardı bende , onu diğer ruhdaşlarının alması için oraya gitmem gerekiyordu. Hiç düşünmeden gittim , ses verdim kafamda oluşan karanlık sese. Ne yaptığımı bilmiyordum , sadece nokya otuzüçonun yeşil ışığıyla mezarlık mezarlık dolaşıyordum. İçimde bir huzur , bir sessizlik oluştu. Yaklaşık onbeş dakika boyunca anıra anıra ağladım niye ağladığımı bilmeden.

İstanbul’a geldiğimde , büyükbabamın mezarına gitmeyi denedim. Doksanyedide göçüp gitti yıldızlar ülkesine. Bana hep o harçlık verirdi. O gittikten sonra , kimseden para isteyemedim çok uzun süre. Yine para istemeye mi gittim oraya ne için gittim bilmiyorum. Çok karanlıktı her yer. Ben olsam bende karanlık yapardım mezarlıkları , ama göremiyordum hiçbir yeri. O gün kayboldum mezarlıkta , yaklaşık bir saat çıkış yolunu aradım. Hiç korkmadım. Ağlamadım da. O gün anladım içimde ki karanlığı. O gün anladım Tekirdağ’da tenime yapıştırılan haykırışların ruhumu nasıl dizginlediğini..

Geçen arabayla takılıyoruz arkadaşla. Arabayı mezarlığın oraya çektim. Mavişimi ziyaret edecektim. Arkadaş “napıyon olum nereye” dedi.Gayet normal bir şekilde ;”mezarlığa , gelsene olum ne bekliyosun” dedim. Saat gece bir. “Manyakmısın olum girilir mi bu saatte dedi.” Hak verdim. Uyuduklarını düşündüm.
Sonra ağzından “karanlık , çok karanlık” dedi.
Sanki adımı söylemişçesine dönüp cevap verdim;
“Efendim..”