Ağlama Bebeğim dediğin sensiz büyüyor artık, kara yazı dedikleri bu olsa
gerek. Suskun kalıyoruz çoğu zaman sesimizi yitirmişçesine suskun ama
bilesin ki sensiz geçmiyor günler. Hasretinden prangalar eskittim diyor
ya Ahmed Arif, aynı böyle hasretiz sana. Kız kaçıran gibi yağız atımız
olsa, şahin gibi yükseklerden uçsak yetişebilir miyiz sana, oysa aynı
daldaydık seninle, düşüp ayrılmadan önce. Şimdi daha bi maviye çalar
gözlerin, yangın mavisine, rüzgarda asi, neylersin ah dört yanını
sarmıştı puşt zulası ve ne kadar dediysen de bırak beni, bırakmıyordu,
böyle de yamandı bizim hikayemiz. Karanlıkta kalmış bir tarafındaydık,
kurtuluş savaşı destanı dediklerinin. Devriyeler adım adım gezende
aradıkları hep bizdik bunu sende biliyordun, yine de saklanmadın verdin
selamını; uğurlar ola…
Yaşayanlar bir gün ölür, buna amenna ama şimdi öyle bir yerdeyim ki,
acılara tutunmak çok zor, çünkü sen öğretiyordun bize bunu ve senin
yokluğuna acı çekmek hiçte özgürlük gibi değil.Sen çöllerde terk edilmiş
bir Yusuf, Yusuf’tan korktular, çekemediler biliyorsun, hikayeniz de
nerden baksan aynı, ne Yakub unuttu seni, ne de onlar sana muhtaç
olmaktan kurtulabildi. Haberin olsun gayrı gider oldum, hani o kadınlar
vardı ya, üç etekli, ak poşulu, türkü bakışlı… onların şimdi de
yürüdüğü dağlara gider oldum. İnanmak güç olsa da kimileri halen buna
cahilce bir macera diyebiliyor, kimse neden diye sormuyor, sormak
istemiyor, bu da bana dert oluyor. Kim bilir belki bu dert beni adam
eder. Sonra bilesin ki, güzel günler görmek daha yakın gibi görünüyor,
umut var ama burası hep Ortadoğu, ortada doğu…
Şafak türküsü artık biraz daha ağıda benziyor, kaç zamandır yüzüm
tıraşsız, sana özenirdim biliyorsun ve çok severdim sakallarını. Şimdi
düşündükçe yüreğim sallanıyor, kimdi bunlar, kimdi seni bizden
alıkoyanlar? Tutuşur dizlerim dediğinde yanmaktan mı korktular,
geleceğim dediğinde ezilmekten mi korktular, ne istediler senden ve
bizden bu haramiler? Bilirim bu hasretlik kalır gitmez teninden, belki
eksilmez acılar büyük yüreğinden ama hafiflesin diye, artık dağda güller
ezilmiyor ve sel dağ ile birleşemiyor, bendine takılıyor güllerin.
Kore dağları değil buralar, kardeş dağlar, kadrini bilir zeytin karası
gözlerin, haydi git diye kovmaz, haydi gül diye kucak açar…
An gelir, paldır küldür yıkılır duvarlar, gökyüzünde anlaşılmaz bir
heybet, o eskimeyen heyecan gelir! An gelir, muhabbet başlar, silahlar
susar, ayrım kalmaz ve nefret ölür! İşte o an diyebilirsin ki büyüdün
bebeğim. İşte o an lili marlen türküsü bir kez daha Zagreb radyosundan
duyulabilir ve sadece bir savaş türküsü olmaktan kurtulabilir. Çiğdem
çiçek açar her yer, tezkere vurulmadan önce alınabilir, metrisin önünde
bekleyenler kavuşur mahpuslara ve dağlar köyler türkü söyler gönlünce,
yoksa esen bu soğuk yel karşısında üşür ölüm bile, tutunamaz hiçbir şey
diye haykırdın, sen insansın diye söyledin bunları. Dinlemediler ve
anlamadılar, Şeyh Bedrettin misali bir seher vaktinde, yağmur
çiselerken, bir halay havası söyletmeden, neyleyim kıydılar sana…
Hani benim gençliğim diye sorduğunda biz daha çocuk bile sayılmazdık ama
hayıflanırdık, üzülürdük gençliğini yitirenlere, büyüyünce ilk
eksikliğini hissettiğimiz şeyin gençliğimiz olduğunu fark ettiğimizde
ise alnında dağ ateşi yananlara katıldık. Yorgun demokrat kimdi, vurulup
düşenler kimdi, kılıç balığının öyküsü neydi bütün bunları senden
öğrendik. Durduk yere haçan ölesim gelir derken bir yandan da
unutulmayanlara ezgiler yolluyordun. Şimdi tut ki gecedir, katiller
huzursuz, hainler ürkekçedir ve biliyordun ki ihanete gece müthiş bir
gerekçedir, buna rağmen yüreğinin büyüklüğünü neden gösterdin onlara.
Seninle birlikte binlerce kez tekrarladık yüreğim kanıyor, evet yüreğim
kanıyor, keşke olmasaydı sonumuz böyle. Ya derdime derman ya katlime
ferman dedin, halbuki biliyordun namlu puşt olmuş, ılgıt ılgıt kan
gidiyor, al işte şimdi biz de ağla gözlerim ağla diyoruz. Tam da dediğin
gibi doğdun, büyündün ama bizimle birlikte yaşamadın sen ve ağır
geliyor, sensiz geçmiyor bu günler. Bir veda havası gelip te bize
musallat olmasaydı, terk etmeseydin bizi, gözlerimiz yaşlı kalmasaydı…
Beni tarihle yargıla dediğinde anlamayanlar oldu seni, çünkü bilimden ve
felsefeden de anlamıyorlardı. Nerden bilebilirlerdi tarihini,
felsefeni yada bilseler bile anlayabilir miydiler seni, cesaret
edebilirler miydi? Cevap verdin; başını kuma saklayanlardan tiksindim,
başkaldırıyorum! Acı ninni dinledi senden ay, uyusun diye, rüyaları
büyüsün diye. Acı bir ninni gibiydi söylediklerin içerden çıkan adam
için, uykusuz ranzalar ve suskun voltalar geride kalıyordu seni
dinledikçe. Herkes kendi işine diyordun, çünkü senin dağlarında zulüm
varken onlar ile uğraşamazdın. Kardeş olabilsin diye eller sana, kan
kurşundan silinmeliydi ve karanlığı delebilmek için sadece gül dikeni
yeterliydi senin için. Sorgucular karşısında senin yaralı yüreğinin
büyüklüğünü bilip de söylemeyen diller utansın. Koru kendini, sen
olmasan kim diriltebilir içimizdeki ölü düşleri, kim söyleyebilir; “uçun
kuşlar uçun, denizin ardı özgürlük” diye…
Kod adı Bahtiyar olanları merak etme, artık mavi gök yüzünü onlara dar
edemiyorlar ve saz çalmak o kadar da suç değil. Her saz çalışımızda
geçiyor aklımızdan gül yüzün, Bahtiyar’lar sayende daha bi bahtiyar ama
iyimser bir gül açıyor olsa da dudaklarımızda, biliyoruz ki birazdan
kudurur deniz ve yüzümüze şarkılar çarpar, şiirler çarpar ağlarız. Bu
yalnızlık benim değil sadece, hepimizin, bu yalnızlık bizim ilişmeyin,
leylakları yaktıktan, bulutları gömdükten sonra ilişmeyin bize.
Evlerinin önü kan gölüne dönen çocuklar var daha ve doğum günü
bilinmeyen nice kaçak ve anne. Kardelenler açınca büyür çetelerin hıncı,
vurur hançerini şah damardan ihanet, açılmamış gonca gülün. Mayın
tarlaları da olduğu gibi duruyorken, bu tarlaların hasadı binlerce
kaçakçı kurban ve onların yollarına baka baka bekleyenlerin acısı
birleşince senin de yokluğunla, dindiremiyor hiçbir iyimser gül…
Dardayım yalanım yok, baskın yedim yeni bin yılda ve örselendi hayatım,
üstelik sende bir uzak diyardasın, özlemin yüreğimizde ve mazlumun
türküsünde saklı. Eylül’e isyan gibi düşüp düşüp kalkıyoruz ve
yalnızlığı yaşıyoruz bütün geride kalanlar gibi ama bölünsek de,
çözülsek de başkaldırdık zamana ve bir gece sevgi duvarı ardımızda
kalacak, başucumuzda bir sen olacaksın, bir de çoğul türkülerin,
saymıyorum ölerek dirilttiklerini. Kendine iyi bak, bizi düşünme,
buralarda dostluklar birden bitiyor, hiç olmamışçasına ama acılar birden
bitmiyor ve bir kardeş selamında seni aramak bize güç veriyor. Bu gün
karar vermek zor, şiddet değildi senin istediğin, buna rağmen ne
istediler senden buna karar vermek ve anlamak çok zor. Hep sonradan mı
anlayacaklar değerini güzel şeylerin, bir kez olsun küfretmeden şiire
gazele, engel olmadan ışığa doymak için, doruklara sevdalandım
diyenlere, olmaz mı bilmiyorum, bildiğim bir şey varsa o da yaşamaktan
duyduğun mutluğun tadına düşmanların asla ulaşamadılar…
Bu gün benim de başım belada, köşe başları tutulmuş, fişlenmişim haberim
olmadan, adım eşkalim zaten bilinmekte ve göğsümde yani tam göğsümde
kirli sakalı ve güleç yüzüyle bir “sen” bulunmakta, başım belada adamın
biri sırf bu yüzden linç edilmiş sokak ortasında anla artık! Nerden
baksan tutarsızlık, nerden baksan alçakça. Düzen bu, kalan kalır
gerisini savurup alır, ve bir acayip adam dışında kimsede sormaz neden
diye. Çoğalıyor sayıları entel maganda dediklerinin, yeni meziyetleri de
var artık, görsen çıldırırsın. Şimdi saat sensizliğin ortası ve
avucumda ayrılığın hediyesi, biliyorum her zaman mülteci isteklerin oldu
ama bu ayrılıkta neyin nesi. O yangın gecesi, İstanbul bir cehennemdi
yanıyordu, şiirlerin haykırıyordu ardından, çığlıkları kulaklarımdan
gitmeyecek ve o vahşi at, o vahşi beyaz at tutuşmuştu yelesinden, bilsen
geri dönmeyeceğini, gider miydin yine de?
Evet iki gözüm, seni anlatabilmenin ve sana bir şeyler anlatmanın en
doğru yolu, yine senin bize anlattıklarından geçiyordu, kusuruna bakma
devrik cümlelerimin hüzünlü bir haldeler onlar…
Bizden selam söyle yıldızlar ülkesine…
Alıntıdır..