15 Haziran 2014 Pazar

- BİR GÖLGE OLSAM -



Bir gölge olsam,
Günesin battığını bilmesem, yürüyüp gitsem, kaybolsam sokaklarda.
Açık pencereler, bir masa ve boş sandalyeler..
Bir hayalet gibi süzülüversem içeriye, görmeden hiç kimseler..
Kızıl bir gölge olsam,
Sade bir vazoda bir tek karanfil.
Dalımdan koparıldığımı bilmesem,
Sararmasam, yaşayıp gitsem,
Hüzün kokusuyla bir mezarda...

Sessiz bir gölge olsam,
Türkü söylesem göz yaşı gibi,
Bağırıp çağırsam, duyulmasam.
Çınlayıp dursam kulaklarda,
Ya da tırmalayan bir melodi hıçkırıklarda...

Deli dolu bir gölge olsam,
Kalplere akıversem doludizgin,
Sınır tanımasam hudutlarda,
Akşamüstü bir büyük çınarla düşsem öte yakaya,
Kimlik sorulmasa haydutlarca.
Olmaz mı ?

t.yazıcı

9 Haziran 2014 Pazartesi

- Haziran -


Gökyüzüyüm ben.
Buluta hasret bir avare içimde olan sessizlik
Yağmur olup yağayım desem
İçimde bir bulutsuzluk özlemi
Toprak olup kokayım desem
Bataklığa dönüşmüş bir yâr yarası.

Hissediyorum sıcağı.
Hissedebiliyorum sıcağı.
Hissedebiliyoruz sıcağı.
Hissedeceğiz sıcağı.

Sevmeye engel yıldızlarım var benim
Sadece gecenin karanlığında ortaya çıkardığım
Bazen bir umut
Bazen bir şaşkınlık
Bazen bir dilek kıvamında..
Hopp bir sevda kaydı
Hadi bir dilek
Haydi bir umut

Başım gözüm üstüne renklerin
Başım gözüm üstüne karamsar yanın
Başımın gözümün üstüne sevdan
Lâkin;
Gökyüzüm ben
Sevmeye engel renklerim,
Dibinde altın çıkardığım yaralarım var benim.

Isıttım havayı
Yolladım yağmuru
Toprak kokusu aşıladım duyu organlarınıza
Hadi şimdi
Sıramı size verdim.
Dedim ya ,
Gökyüzüyüm ben
Haziranda sevmek zor..

t.yazıcı
09 Haziran
14:21

2 Haziran 2014 Pazartesi

Bir Şair : Ahmed Arif

21 Nisan 1927 - 2 Haziran 1991
«Bir şair: Ahmed Arif
Toplar dağların rüzgârlarını
Dağıtır çocuklara erken»([1])
 
Kadim dostu Cemal Süreya, bu üç dizeyle anlatır arkadaşı Ahmet Arif’i.
Toplumcu gerçekçi şiirimizin özgün sesi, devrimci şair, Anadolu halklarının sevgili oğ-lu  Ahmet Arif’i; 2 Haziran 1991’de , yani bundan 22 yıl önce yıldızlara uğurladık.
• Bildiğiniz gibi Ahmed Arif Diyarbakır’lıdır. İlk ve ota öğrenimini orada tamamlar. İlk şiirleri 1948-1951 yılları arasında bir iki dergide yayımlanır. O günlerde kendisi Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, felsefe bölümünde öğrencidir. Öğrenciliği sı-rasında sosyalizmle ve TKP’yle tanışır. Toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benim-ser.1950 ve 1952-54 yıllarında TKP tevkifatlarında  iki kez tutuklanır, ağır işkenceler-den geçer ve yoldaşlarını ele vermez.  Meşhur 141. ve 142. Maddelerden suçlu bulu-narak iki yıl hapis yatar.

Hoş bir anekdot : Hapisten çıkınca Can Yücel, Ahmet Arif’i görmek ister ve karşılaş-tıklarında ona :
" Seni görmek, geçmiş olsun demek ve sana özellikle teşekkür etmek istedim. İşkencelerde kan işedin de benim adımı vermedin."
Ahmet Arif, tam bir önemsemeyiş tavrıyla şu karşılığı verir Can Yücele:
" Önemli değil, sen de benim için aynı şeyi yapardın; teşekküre değmez."

Ve Ülkü TAMER’den çok güzel bir Ahmet ARİF anısı:
Ahmed Arif en sevdiğim şairlerden biri. İnsan olarak da inanılmaz derecede sıcak bir dosttu. Muzaffer Erdost’la bazı geceler 12’den sonra bir karpuz alıp onu, gece sekreteri olarak çalıştığı gazetede ziyarete gider, saatlerce çene çalardık.
Kahkahalar atarak sık sık anlattığı bir olayı hiç unutmadım:

Diyarbakır’dan Ankara’ya gitmiş. Annesi memlekette. Komşu kadınlar boyuna övünürmüş:
"Benim oğlum İstanbul’a gitti, memur oldu."
"Benim oğlum İzmir’e gitti, bankacı oldu."
Ahmed Arif’in annesi durur mu, o da başlarmış övünmeye:
"Benim oğlum da Ankara’ya gitti, komünist oldu."
"Ne bilsin anam!" derdi Ahmed Arif "Komünistliği de mühendislik, doktorluk gibi meslek sanıyor."

• Ahmet Arif’in ilk şiirleri kimi dergilerde boy gösterdiği sıralarda Orhan Velive arka-daşları şiir dünyamıza iyice egemen durumdadırlar. Garip akımı başlangıç dönemini tamamlamış, iyice kökleşmiş durumdadır. Nâzım’ın şiiri yasaklıdır, gizli gizli elle ço-ğaltılıp elden ele dolaşmakta; ele geçirildiklerinde insanların hayatı karatılmaktadır.
Toplumcu gerçekçiler ise ya hapiste, dışarıda olduklarında ise izlenmekteler, işsizliğe mahkûm edilmektedirler. Mehmet Kemal’in "Acılı Kuşak" diye adlandırdığı  kuşağın önü kesilmekte "Garip" şairleri iyice
parlatılmaktadır. Gençlerin çoğu, "bütün yeni yetmeler Orhan Veli’ye, Oktay Rıfat’a, Melih Cevdet Anday’a öykünüyordu. Sanki şiir yalnız onların yazdığıydı; onların yazdığından başka şiir olamazdı sanki. Gençlerin bu bilinçsiz tutumu şiirimize zararlı olmuştur."
• Ne var ki  kendi çıkış noktaları olarak Nâzım’ı alan, yeni bir şiir anlayışını geliştirmeye çalışan, Orhan Veli ve arkadaşlarınca pek de umursanmayan  bir akım şekillenmektedir: "Toplumcu Gerçekçi Şairler" diye adlandırılan, kimi zaman da "1940 Kuşağı" adı altında toplanan bu şairler arasında  Rıfat Ilgaz (d. 1911- 7 Temmuz 1993), Ömer Faruk Toprak (1920- 1979), Enver Gökçe, (1920-  1981), Arif Damar (d. 1925- 20 Ekim 2010), Hasan Hüseyin Korkmazgil (1927-1984) ve Ahmed Arif (1927- 02 Hazi-ran 1991) dikkati çekerler. Ahmed Arif ilk şiirinde bile  Gariple gelen şiirin içeriğine aldırmamıştır. Önerilmekte olan ve bir çeşit şiirsiz şiir diyebileceğimiz hareketi umur-samadan kendi doğrultusunda çalışan birkaç şairden biri de odur.
• Ahmed Arif’in şiiri bir bakıma Nâzım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nâzım Hik-met’in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. Nâzım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovada akan «büyük ve bereketli bir ırmak» gibidir.
Başka hoş bir anekdot, 
bu büyük şairin ustasına verdiği değeri ve –bence kendisine epeyce haksızlık ederek- kendi kişiliğine sindirdiği devrimci alçakgönüllülüğü ne güzel dile getirmektedir:
Ahmet Arif’e :"Nâzım hikmet gibi şiir yazıyorsunuz. Bir gün onu yakalayıp bu alanda geçebileceğinizi düşünüyor musunuz?" sorusu sorulur. O da... "Hidrojen bombasının karşısında bir Kürt hançeri ne yapabilir ki!" cevabını verir. Elbet de Nâzım gibi şiir yazmak –onu taklit etmek- başka bir şey; Nâzım’dan sonra ustaların açtığı yolda kendi özgün şiirini yazmak başka bir şey.

Cemal Süreya’ya göre; Ahmed Arif ise dağları dile getirmektedir. Sınır ve milliyet ta-nımayan, "yaşsız dağları «âsi» dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. «Daha deniz görmemiş» çocuklara adanmıştır. Kurdun kuşun arasında, yaban çiçekleri ara-sında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir. Ama o ağıtta, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına dönülecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin bir parıltı vardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir. Karşı koymaktan çok, boyun eğmeyen bir doğa içinde. Büyük zenginliği ilkel bir katkısızlık olan atıcı, avcı bir doğa içinde."[2]
Onun şiiri yereli evrenselle buluşturan, birleştiren bir şiirdir.
• Onu yakından tanıma mutluluğuna erişin dostları, yoldaşları ve arkadaşlarına göre ko-nuşması ile şiiri arasında tam bir özdeşlik vardır. Onun şiiri, konuşmasından alınmış herhangi bir parça gibidir; konuşması ise, şiirin her yöne doğru bir devamı gibi.
• Ahmed Arif’in şiirinde hiç bir zaman kuru söylev edası yoktur. Bir duygu sağnağı, imgeler halinde, sıra sıra mısralar kurar. Ana düşünce, dipte, her zaman belirli, her zaman ışıltılı ama sakin durur; çoğalır, büyür belki, ama kalın bir damar halinde hep dipte durur. Ahmed Arif, kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir. Anlatımıyla, şiirin özü arasında özdeşlik vardır.  Yani o şiirinde öz ve biçim diyalektiğinin en olgun düzeyini yakalamıştır.
 
• Tıpkı Mezopotamya ve Anadolu halklarının acılı yaşamı ve derin tarihi gibi halk tür-külerinden yararlanır Ahmed Arif. Ne var ki halk kaynağından, halkların zengin kültü-ründen yaralanıyor ama, onun altında ezilmiyor, bu zengin özsulardan beslenmekle birlikte kendi özgün şiirini yaratıyor.
• Ahmed Arifi okurken; halklarımızın derin acılarını, çok katmanlı zengin kültürünü, bilgeliğini, cesaretini, zulme karşı başkaldırısını yaşıyorsunuz. Cesareti söylüyor Ahmed Arif, boyun eğmemeyi ve barışa, kardeşliğe, güzel bir yaşama duyduğumuz derin özlemi dile getiriyor.
Ahmet Arif’in Şiilerinde;
• Emeğin kurtuluş ve özgürlük özlemi dile gelir, emekçinin alınterinin kokusu duyulur.
• Antik tarihte "Kavimler Kapısı" diye anılan Anadolu’nun ve uygarlıklar yatağı Mezo-potamya’nın mazlum halklarının binlerce yıllık barış ve kardeşlik özlemleri dile gelir.
• Anadolu, Kürdistan ve tüm Ortadoğu halklarının uğradıkları zulüm, çektikleri acılar ile zulme ve zalimlere başkaldırmanın onuru ve coşkusu dile gelir,
• Onun şiirlerinde büyük kavgamızın nihai hedefi; yani sokomünist devrim, Türkiye, Ortadoğu ve Dünya devrimi ve böylece halkların namuslu elleriyle inşa edilecek olan sınırların, sınıfların ve sömürünün ortadan kalktığı komünizmin özgürlük dünyası –geleceğimiz- dile gelir.
Ahmet Arif; -kimilerinin sandığı gibi "feodal yiğitliğin" değil- geçmişimizin en soylu değerle-rinin, bugün de sürdürdüğümüz  özgür bir dünya kavgamızın ve ışıltılı geleceğimizin şairidir.
Kavgası, kavgamızda yaşamaya, şiirleri yüreklerimizde yankılanmaya ve kavgamıza güç kat-maya devam ediyor. 

Yusuf Erdem