Hayatimin bu kadar sikilecegi önceden belliydi yani..Yok yok, sitemim kendime.. Harbi kendime la
Yoksa kadere her zaman inandım..
Cümleye "amına koyayim" ile baslayanlarin yazgısıdır götünden düzülmek. Çünkü biliyorum, dün sikildim, bugün sikildim, yarin da sikileceğim.
Gelin görün ki tuhah bir büyüsü var bu nefes alip vermenin.. Onca şeye rağmen hâlâ umut edebiliyorsun.. Hâlâ!
sol omuzum tarağı yedi, büyük ihtimalle ameliyat olacağım, ne zaman olacağım bilmiyorum bu belirsizliğinde taa kendinize iyi bakın emi?
++Dört
senem böyle geçti. Sabahları uyandığımda kendimi öldürmediğim için şükrederek,
akşam yatmadan önce de kafama dayadığım silahın namlusuna basmamam için bir sebep
hayal ederek.
Sonra yazdım… düşünmemek için devamlı yazdım. Yazdıkça hissizleştim, hissizleştikçe grileştim, grileşince de tüm evremi tamamlayıp bir gölgeye dönüştüm. Yazdığım bir şiirde şöyle dedim;
“Benimkisi sade üretmen bir düş mekanizması”
“Papatyalar gri olmaz
ki” dedim karşımda duran gözleri kömür karası ismi kelebeğin kanadını
çağrıştıran güzel kadına.
Sustu bir süre, sanırım veda anlarının en gedikli raconudur bu susma işleri.
Bir şeyler demek istedi diyemedi. Böyle anlarda birinin bir şeyler demesi gerek
bilirim.
“Papatyalar gri olmaz ki” dedim yine sanki daha önce sekiz sefer üst üste
dememişim gibi. Yine aynı şekilde sustu. Dokuzuncu seferde anladım konunun
papatya olmadığını. Yıllarca “seviyor” u denk getirebilmek için katlettiğim
papatyalar karşımda ki kadının şeklini almış benden intikam alıyordu. Adını
söylemek istedim, yine söyleyemedim. Hakikaten, bir kadının ismi neden
kelebeğin kanadını çağrıştırır ki?
Bir süre sonra arkasından seslendim ama yetişemedim.
“Seviyor” diyordu bu
sefer elimde ki papatya..
İşte tam o zaman
anladım “Papatyalar Gridir” lafının özünü. Çünkü bizler bir şeylere anlam
katmak için o şeyi en iyi şekilde anlamsızlaştıran varlıklarız. Sevilmeyişimin
suçunu attığım elimde ki bu beyaz mücevher o yüzden griydi karşımda ki kadının
gözünde.
Fark edemediğim şey
şuydu; papatyanın da suçu yoktu. Gri olan bendim. Bir gölgeye bile kafa tutacak
kadar soluk, karanlığın ciğerini deşecek kadar zifiri olan ben.
Dipnop: bu kısa hikayenin çok uzun bir anısı var bende, başka bir sefere yazarım belki.. "Madem Soysuz Bende Göynün Yoğudu Niye Doğru Yoldan Şaşırdın Beni.."
Virgüllerle
sıraladığımız hayatın sonuna koyacağımız o tek noktaya bakıyor bütün ömrümüz,
ne acı. Sonunu bildiğimiz şeyleri yaşamak, heves etmek kadar ironik ne olaiblir
şu hayatta. Ve öyle bir süreç ki bu, ne yaparsan; ne kadar yılarsan / usanırsan
usan bir şekilde tat veriyor sana. Sevmek ve sevilmek gibi güzel duygular var
mesela, biliyordum bunları bende bir ara.
Üstte
ki fotoğraf bir screenle tek tuşla alınıp yüzüme en ağır şekilde sillesini
yapıştırdı. Öyle zamanlar oluyor ki kendimi anlatabilmem için birinin bana yol
göstermesi gereksimini duyuyorum, Esma da öyle yaptı; dost acı söyler deyip "belki" nin içine sığabilecek bütün umut filizlerini elime közleyip verdi. "Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle" lafı bende biraz ters işler, bende durum şudur; "Ateşe dayanabildiğin kadar sev.." Çünkü bilirim ki acı çekmek aslında en büyük sevgi gösterilerinden biridir. Aslında işin özüne inersek herkesin sevme biçiminin ne kadar değişik olduğunu görebiliriz. "Sevmek" kelimesinin kökünü oluşturan "Sev" de her şey, ama her şey...
İnsanları
öyle çok kıskanıyorum ki, ne hoş; ne güzelsiniz.. kendinizi sevebilmeyi
becebiliyorsunuz. Tırnak diplerime kadar, vücudumda ki her kıl tanesine kadar
kendimden nefret ediyorum. Bu kinin ve nefretin bir adı yok, bir yaşanmışlığı
yok. Bir yansıma biçimi de yok bunun. Kimisi çok hüzünlüsün diyor; yine diyorum
“ne münasebet!” hüzün dediğiniz şey öyle kolay bir şey değil.. Ne aşka benzer
ne vedaya, ne yaparsanız yapın bir türlü vazgeçemezsiniz ama bir türlü de ona
ulaşamazsınız, çünkü ortada bir yerde sıkıştırır sizi hüzün.
Hazır
aklıma gelmişken, bu aralar sizlerden çok değerli mailler alıyorum, teşekkür
ederim. Son “Cisimsiz Kahramanlar” hikayemi yazdıktan sonra enterasan iki mail
aldım.
“Hem
bir orospu çocuğunun hikâyesini yazıp, kendini onun yerine koyup sonrasında
nasıl şiir ve sevgi sözcükleri mırıldanabiliyorsun.” Demiş biri, mailini burada
paylaştığım için umarım bana kızmıyordur ama bu yazımın asıl ana konusu aslında
bu, hissizlik… Hiçbir şey hissetmeden her şeyi hissediyormuş gibi yazmak bir
meziyet bana göre, sadistçe bir meziyet..
Bloğuma “Parçalanmış Gülüşler” ismini
vermişken beni anlamanızı beklememiştim ama beni anlamak istiyorsunuz, lütfen
beni anlamayın, beni anlamakta istemeyin. Dedim ya, benim aç parantezim
"Parçalanmış" olunca, "Gülüşler" kısmının bir anlamı kalmıyor. Siz anlamlarınızı
yitirmeyin olur mu? Hadi şimdi bana söz verin..