Uzun uzadıya cümlelere gerek yok. Beceriksizliğinin
suçunu şarkılara atmaktan vazgeç. Hem sen söylemiştin, hatırla; iyi
başlangıçların kralıyım her zaman demiştin. Hem belki bir suçlu aramayı bıraktığın anda
dönebilir rüzgarın yönü sana. Vazgeç artık rüzgar yüzüme vurmuyor diye rüzgarın
vurduğu yönü aramaktan. Dön bak, hemen arkanda senin. Baktığın yer ile gördüğün
yer arasındaki uçurumu benim gibi görebilsen eminim endişe edersin insan ırkı
için. Ne büyük bir kara deliğe meydan okuyorsun dersin. Sonra gülersin. Bir
kara deliğe dönüşenlerin anlayabileceği şekilde gülersin. Anlamayanlara
kızmazsın ama. Demişti ya hani “sana kızmıyorum ama,” peşine eklemişti, “senin
suçun yok, sakın kendini suçlama.”
Çaresizliğin anlaşılmıştı işte o zaman. Anlaşılmamak
tükenmek bilmeyen bir tükenmez kalem senin için, bilirim. Anlaşılmanın nesli
tükenmekte olan sıfır beş uç kadar sıradanlaştığından şüphem bile yok. Ne
korkunç geliyor dimi sana anlaşılma ihtimali. Çünkü biliyorsun tek dayanağın
olan o soru işaretinin cevabı bir gün çıkacak ortaya. Çünkü biliyorsun,
yaşamaktan duyduğun muhteşem hazzı itiraf etmek zorunda kalacaksın geride
kalanlara….
“Kiminle konuşuyorsun bakayım aynanın karşısında” diyor.
Asiye diyor. Aynadaki gözüme değil de kafamın arkasından gözlerimin içine
bakmaya çalışan Asiye diyor.
“Kendimle” diyorum. Ben diyorum. Yirmi bir dakikadır
aynanın karşısında kendimle konuşan ben diyorum.
“Ne konuştun da beni yeniden dirilttin, son hikâyende
itiraf edip silmiştin ya beni” diyor. Asiye diyor, sözcükler ağzından kanlı
çıkıyor.
“İhtiyacım var” diyorum. Ben diyorum karşımda tekrardan
dirilen Asiye’ye içimdeki öfke topluluğunu kusmadan önce.
“Bu sefer kolay kolay gitmem” diyor. Asiye diyor.
Aynadaki gözlerime bakıyor. Gözleri gözlerim oluyor. Gözlerinde kendimi
görüyorum.
“Hoş geldin” diyorum. Ben diyorum. Az sonra Asiye’ye
kurdurtacağım cümleyi bile bile diyorum.
“Çok yalnızsın” diyor.
Asiye diyor.
O söylüyor ben yazıyorum.