Annem telefonda, sesi
hüzünlü; “sakalını kısalt oğlum, işid’ci sanırlar, vururlar seni” diyor. “Tamam
anne, keseceğim merak etme” diyorum hemen ardından.
Kesmeyeceğimi kendisi de biliyor, ama o anne söylemesi gerek. Ben “tamam” dedikten sonra en azından az da olsa umut ediyor. Sakalımı keseceğimi ve benim işid’ci sayılmayıp vurulmadan duracağımı düşünüyor. Bu hafifliği yalan da olsa ona yaşattığım için seviniyorum.
“Taksime filan da gitme, eylemlerden uzak dur, mitinglere katılma” diyor. Bir şeyleri düşünmek için iki-üç saniye bir sessizliğe bürünüyor. Aklına gelen şeyi unutmamak için bir çırpıda söylüyor cümle yapısı dinlemeden.
“o kara kuru, üzerinde devrim şeyleri olan t-shirtini giyme, pkk’lı sanırlar üzerine bomba atarlar oğlum” diyor.
“merak etme anne, açık renk giyinirim” diyorum. Herhangi bir ses vermese bile sesinin titrediğini telefonun ucundan hissediyorum.
“avm’lerden uzak dur, toplu taşımaya filan binme” diyor. Sıkılıyorum. Ses tonumdan bu sıkkın halimi anlıyor. “Allah def etsin bunları başımızdan” diyor.
“merak etme anne, onlar kendi pimlerini kendileri çekti, bir patlayacak ki sorma” diyorum. Sesi sesimi kesiyor tiz bir nefes sesiyle.
“oğlum niye rahat durmuyorsun” diyor. Durmayacağımı da biliyor. Hem de çok uzun süredir biliyor. Daha onsekizimde omuriliğime o tığ saplandığında, sırf acı çektiğimi görmesin diye acıdan bayıldığımı biliyor. Göğüs kafesime o koca şey girerken göz bebeğimde oluşan kıvılcımın saniye içinde nasıl dünyayı yutabileceğini biliyor.
hoyrat yetiştirilmedim ama öyle büyüdüm. Nedensiz bir kaçış ve nefret vardı çocukluğumdan beri içimde. Kavgaların dövüşün, kaderin sillesini yiyerek geldim bu yaşıma. Biliyorum ki her tokadı yiyişimde benden çok annemin canı yandı, hiç belli etmedi bana üzüntüsünü. Evde o uyuşturucu haplarını yana yakıla aradığımda, ortalığı kırdığımda anladı bende ki çaresizliği. Sadece bir kez, tek bir kez gösterdim ona aciz ve muhtaç yanımı. Kendi evladını ilk kez o zaman öyle görmüştü, eminim. Ha evden kaçtığımda kemerle sabaha kadar dayak yediğim anı saymazsak. Ya da on dört yaşımda kör olana kadar rakı içtiğimde mahallede “ben böyle hayatın anasını sikeyim, hepinizi sikeyim; siktirin gidin lan!” diye anırdığım anı saymazsak.
Öyle süreçlerden geçiyorsun ki, bir süre sonra tozunu yuttuğun sokağa benzemeye başlıyorsun. Aynı onun gibi sıradan, sert ve gaddar; bir o kadar yalnız kalabiliyorsun. Nasıl alıştım bilmiyorum ama ağlamak isteyip ağlayamadığım zaman dudağımın sağ yanını yerim. Bir tek annem bilir sağ alt dudağımdaki o çukuru. Bu durumumu bana söylediğinde o çukura gömmek istedim kendimi. Neden bilmiyorum, kendimi hiç sevdirmedim ona. Hayata karşı ördüğüm duvarlarım o kadar kalındı ki, kendi anneme bile ulaşabilmek için senelerimi verdim ben. Saçımın olduğu zaman dizine yatar saçlarımla oynatırdım. O şekilde uyuyabilirdim bir tek. Hepsi döküldükten sonra uyumayıda bıraktım zaten. Bu durumun farkına varır, dizine yatırır saçıyla oynatır, uyuturur beni. Bazı zamanlar öyle olur ki öyle uyanırım ki tüm vücudum kaskatı kesilir dünya etrafımda döner vaziyette uyanırım. Nerede uyandığımı anlayana kadar yıkarım ortalığı. Bunu bildiği için beni hiç yalnız bırakmaz, nereye gitse götürür. Bu sefer direttim yolladım bir yerlere. Anne olmak böyle bir şey sanırım. Ses tonundan bile anlaşılabiliyor bazı şeyler.
Hiçbir zaman kendimle ilgili bir şeyi konuşamadım onunla. İş güç tamam da, bu sevda işlerini filan hiç konuşamadık. Utandım her zaman bu konuları onunla konuşmaya. Konuyu açtıkça ben kapattım. Senin evladın bir türlü sevemiyor demedim. Ben aslında ona bir çok şey demedim. Bu halimi / tavrımı eminim ki anlayamadı anlam veremedi. Ama bahsedemedim. Koca evren kadar sevdim ama bir türlü diyemedim. Her olumsuz tavrımı kendine pay çıkarırdı hep. “Bizim yüzümüzden” derdi. Ben yine lafı değiştirirdim. İçimdeki bu kinin, nefretin, öfkenin sebebinin onların olduğunu bilmesini istemedim. Kendimi bütün dünyanın kalbini deşecek kadar öfkeyle yoğurduğumu bir türlü söyleyemedim. Sigara içtiğimde çektiğim her nefeste tütünle birlikte eksildiğimi onlara söyleyemedim. Damarlarımdan göz bebeğime kadar vuran o zehri tüm zerremde hissettiğimi, kafamın içindeki sebepsiz uğultuyu, ciğerim patlayana kadar koşmak istediğimi onlara bir türlü söyleyemedim. Onun yerine çok muhteşem bir şey keşfettim. Gülümsemek diyorlarmış buna, onu da sonradan öğrendim. İçimde zangır zangır titreyen sinir sistemime inat sadece suratımda harekete geçireceğim birkaç kas hareketi hepsi bu. Gülmek bu kadar basit aslında..
Huysuzluğumdan mıdır nedir bilmem. Bir şey çok ısrar edildi mi ya da üzerimde çok duruldumu kaçar giderim oradan. Baskı altında hissederim kendimi, nefesim daralır, sıkılırım. O yüzden başlangıçlarım hep çok kuvvetli olur. Bir olaya, konu ne olursa olsun muazzam bir şekilde adapte olurum. Ama sonrası yok, koca bir sıfır.. Ayağımın altından halı çekilmişçesine sert, ama çok çok sert serilirim yere. Toparlayamam kendimi öyle zamanlarda. Uzun süre yuvarlanırım. Belki bir güç, bir kuvvet duysam içimde, köşemde dahi olsa hatta ve hatta en rutubetli yerimde bile olsa, onu oradan ivedilikle çıkartır kendim için kullanırım. Ama yok, öyle bir yardımcı kuvvetim yok. Daha çok çocukken harcadım onları. Tüm hepsini annemi üzmemek için harcadım. Geriye ne kaldı diyecek olursanız Allah belamı versin ki bilmiyorum. Dedim ya, iyi başlangıçların kralıyımdır her zaman. O yüzden hayatından çıktığım kişiler başlangıcı değil de bitişimle hatırlarlar beni. Çünkü fevkalade kaybederim. Öyle böyle değil. Bu kaybedişim hayranlık bile uyandırabilir. Tekerlekli tezgahında mal satan seyyar satıcının o yere serilen ve bir türlü toparlanamayan yanıyım. Her parçam farklı yerlere saçıldı durdu. Şimdi onu toplamaya ne benim gücüm yeter, ne de benden gidenler yine bana gelmeye cesaret eder. Anlayacağınız hiçbir şeye sıfırdan başlanmaz. Çünkü sıfır diye tabir ettiğimiz şey bir karadeliktir. Umut ettiğimiz şeyi alır ve içine çeker. Ve sen kaybolduğunu, yok olduğunu anlayana kadar ömrün biter… Kaybedenlerin birinci kuralı kaybettiğini hiçbir zaman kendine itiraf edememektir. Çünkü itiraf etmek bir kaybetmek değil teslim olmaktır. Hiçbir kaybeden de teslim olmak istemez. Çünkü teslim olmak bir vazgeçiş, yani yeniden başlangıç için bir sebeptir. Buda eşittir cehennemdir…
Kesmeyeceğimi kendisi de biliyor, ama o anne söylemesi gerek. Ben “tamam” dedikten sonra en azından az da olsa umut ediyor. Sakalımı keseceğimi ve benim işid’ci sayılmayıp vurulmadan duracağımı düşünüyor. Bu hafifliği yalan da olsa ona yaşattığım için seviniyorum.
“Taksime filan da gitme, eylemlerden uzak dur, mitinglere katılma” diyor. Bir şeyleri düşünmek için iki-üç saniye bir sessizliğe bürünüyor. Aklına gelen şeyi unutmamak için bir çırpıda söylüyor cümle yapısı dinlemeden.
“o kara kuru, üzerinde devrim şeyleri olan t-shirtini giyme, pkk’lı sanırlar üzerine bomba atarlar oğlum” diyor.
“merak etme anne, açık renk giyinirim” diyorum. Herhangi bir ses vermese bile sesinin titrediğini telefonun ucundan hissediyorum.
“avm’lerden uzak dur, toplu taşımaya filan binme” diyor. Sıkılıyorum. Ses tonumdan bu sıkkın halimi anlıyor. “Allah def etsin bunları başımızdan” diyor.
“merak etme anne, onlar kendi pimlerini kendileri çekti, bir patlayacak ki sorma” diyorum. Sesi sesimi kesiyor tiz bir nefes sesiyle.
“oğlum niye rahat durmuyorsun” diyor. Durmayacağımı da biliyor. Hem de çok uzun süredir biliyor. Daha onsekizimde omuriliğime o tığ saplandığında, sırf acı çektiğimi görmesin diye acıdan bayıldığımı biliyor. Göğüs kafesime o koca şey girerken göz bebeğimde oluşan kıvılcımın saniye içinde nasıl dünyayı yutabileceğini biliyor.
hoyrat yetiştirilmedim ama öyle büyüdüm. Nedensiz bir kaçış ve nefret vardı çocukluğumdan beri içimde. Kavgaların dövüşün, kaderin sillesini yiyerek geldim bu yaşıma. Biliyorum ki her tokadı yiyişimde benden çok annemin canı yandı, hiç belli etmedi bana üzüntüsünü. Evde o uyuşturucu haplarını yana yakıla aradığımda, ortalığı kırdığımda anladı bende ki çaresizliği. Sadece bir kez, tek bir kez gösterdim ona aciz ve muhtaç yanımı. Kendi evladını ilk kez o zaman öyle görmüştü, eminim. Ha evden kaçtığımda kemerle sabaha kadar dayak yediğim anı saymazsak. Ya da on dört yaşımda kör olana kadar rakı içtiğimde mahallede “ben böyle hayatın anasını sikeyim, hepinizi sikeyim; siktirin gidin lan!” diye anırdığım anı saymazsak.
Öyle süreçlerden geçiyorsun ki, bir süre sonra tozunu yuttuğun sokağa benzemeye başlıyorsun. Aynı onun gibi sıradan, sert ve gaddar; bir o kadar yalnız kalabiliyorsun. Nasıl alıştım bilmiyorum ama ağlamak isteyip ağlayamadığım zaman dudağımın sağ yanını yerim. Bir tek annem bilir sağ alt dudağımdaki o çukuru. Bu durumumu bana söylediğinde o çukura gömmek istedim kendimi. Neden bilmiyorum, kendimi hiç sevdirmedim ona. Hayata karşı ördüğüm duvarlarım o kadar kalındı ki, kendi anneme bile ulaşabilmek için senelerimi verdim ben. Saçımın olduğu zaman dizine yatar saçlarımla oynatırdım. O şekilde uyuyabilirdim bir tek. Hepsi döküldükten sonra uyumayıda bıraktım zaten. Bu durumun farkına varır, dizine yatırır saçıyla oynatır, uyuturur beni. Bazı zamanlar öyle olur ki öyle uyanırım ki tüm vücudum kaskatı kesilir dünya etrafımda döner vaziyette uyanırım. Nerede uyandığımı anlayana kadar yıkarım ortalığı. Bunu bildiği için beni hiç yalnız bırakmaz, nereye gitse götürür. Bu sefer direttim yolladım bir yerlere. Anne olmak böyle bir şey sanırım. Ses tonundan bile anlaşılabiliyor bazı şeyler.
Hiçbir zaman kendimle ilgili bir şeyi konuşamadım onunla. İş güç tamam da, bu sevda işlerini filan hiç konuşamadık. Utandım her zaman bu konuları onunla konuşmaya. Konuyu açtıkça ben kapattım. Senin evladın bir türlü sevemiyor demedim. Ben aslında ona bir çok şey demedim. Bu halimi / tavrımı eminim ki anlayamadı anlam veremedi. Ama bahsedemedim. Koca evren kadar sevdim ama bir türlü diyemedim. Her olumsuz tavrımı kendine pay çıkarırdı hep. “Bizim yüzümüzden” derdi. Ben yine lafı değiştirirdim. İçimdeki bu kinin, nefretin, öfkenin sebebinin onların olduğunu bilmesini istemedim. Kendimi bütün dünyanın kalbini deşecek kadar öfkeyle yoğurduğumu bir türlü söyleyemedim. Sigara içtiğimde çektiğim her nefeste tütünle birlikte eksildiğimi onlara söyleyemedim. Damarlarımdan göz bebeğime kadar vuran o zehri tüm zerremde hissettiğimi, kafamın içindeki sebepsiz uğultuyu, ciğerim patlayana kadar koşmak istediğimi onlara bir türlü söyleyemedim. Onun yerine çok muhteşem bir şey keşfettim. Gülümsemek diyorlarmış buna, onu da sonradan öğrendim. İçimde zangır zangır titreyen sinir sistemime inat sadece suratımda harekete geçireceğim birkaç kas hareketi hepsi bu. Gülmek bu kadar basit aslında..
Huysuzluğumdan mıdır nedir bilmem. Bir şey çok ısrar edildi mi ya da üzerimde çok duruldumu kaçar giderim oradan. Baskı altında hissederim kendimi, nefesim daralır, sıkılırım. O yüzden başlangıçlarım hep çok kuvvetli olur. Bir olaya, konu ne olursa olsun muazzam bir şekilde adapte olurum. Ama sonrası yok, koca bir sıfır.. Ayağımın altından halı çekilmişçesine sert, ama çok çok sert serilirim yere. Toparlayamam kendimi öyle zamanlarda. Uzun süre yuvarlanırım. Belki bir güç, bir kuvvet duysam içimde, köşemde dahi olsa hatta ve hatta en rutubetli yerimde bile olsa, onu oradan ivedilikle çıkartır kendim için kullanırım. Ama yok, öyle bir yardımcı kuvvetim yok. Daha çok çocukken harcadım onları. Tüm hepsini annemi üzmemek için harcadım. Geriye ne kaldı diyecek olursanız Allah belamı versin ki bilmiyorum. Dedim ya, iyi başlangıçların kralıyımdır her zaman. O yüzden hayatından çıktığım kişiler başlangıcı değil de bitişimle hatırlarlar beni. Çünkü fevkalade kaybederim. Öyle böyle değil. Bu kaybedişim hayranlık bile uyandırabilir. Tekerlekli tezgahında mal satan seyyar satıcının o yere serilen ve bir türlü toparlanamayan yanıyım. Her parçam farklı yerlere saçıldı durdu. Şimdi onu toplamaya ne benim gücüm yeter, ne de benden gidenler yine bana gelmeye cesaret eder. Anlayacağınız hiçbir şeye sıfırdan başlanmaz. Çünkü sıfır diye tabir ettiğimiz şey bir karadeliktir. Umut ettiğimiz şeyi alır ve içine çeker. Ve sen kaybolduğunu, yok olduğunu anlayana kadar ömrün biter… Kaybedenlerin birinci kuralı kaybettiğini hiçbir zaman kendine itiraf edememektir. Çünkü itiraf etmek bir kaybetmek değil teslim olmaktır. Hiçbir kaybeden de teslim olmak istemez. Çünkü teslim olmak bir vazgeçiş, yani yeniden başlangıç için bir sebeptir. Buda eşittir cehennemdir…
“Akşam ne yedin, aç mısın” dedi annem. Bu sadece açlık tokluk sorusu değildi. Bu soru içinde dünyanın sorusunu barındırıyordu. İyilik kötülükten tut, aklınıza ne geliyorsa. Bir annenin evladına “aç mısın” sorusunu hiçbir zaman hafife almayın, ya da ne bileyim en azından ben almıyorum.
“Açım anne” dedim. “Ülkeyi yiyip bitirenlere inat açım.”
“Yoğurt mayaladım, dolapta kavanozda. Çiçeğimi sulamayı unutma, gece de pencereleri kapat” dedi.
Bir süre sustum, ama bu süre toplasan ya iki ya üç saniyedir.
“Yeme bakayım dudağını” dedi. O ara gözümden bir yaş süzülüp gitti. Sonraki cümlemde “nereden anladın” diyecektim ki hisseder gibi hafif gülerek çıkıştı;
“anneyim ben anne, anneler
her şeyi anlar…”
annenin rüyasındaki o ülkede yaşlanman dileğiyle
YanıtlaSilütopyadan da öte..
Silhepimiz için..
önce birkaç damla yaş aktı gözümden :) ya nedir bu annelerden çektiğimiz.... hergün aç olmayacağımı bile bile yemek yedinmi fela filan... bu tarz sorulardan hiç sıkılmıyorlar...annelik çok ama çok farklı bir erdem sanırım...
YanıtlaSilhiçbir zaman anne olamayacağım için bilemeyeceğim
Silbu sadece insanoğluna özgü bir şey değil. yaşayan her annenin yavrusuna olan bağlılığı sanırım.
Anneler anlar..en çok sevdiğim şarkı..!çok özledim..
YanıtlaSilbende çok severim..
SilBen de oğluma aynı şeyi söylüyorum:) Anneler her şeyi anlar... Görür... Hisseder... Enteresan bişey bu duygu;) Sevgiler...
YanıtlaSilmutlu seneleriniz olsun :)
Sil"Çünkü fevkalade kaybederim. Öyle böyle değil. Bu kaybedişim hayranlık bile uyandırabilir. Tekerlekli tezgahında mal satan seyyar satıcının o yere serilen ve bir türlü toparlanamayan yanıyım. Her parçam farklı yerlere saçıldı durdu. Şimdi onu toplamaya ne benim gücüm yeter, ne de benden gidenler yine bana gelmeye cesaret eder."
YanıtlaSilseni yaklaşık iki yıldır takip ediyorum.kim olduğumu aslında biliyorsun ama yine de hazır Anonimi açmışsın kullanayım dedim.
İlk kez bu kadar özel, kendinden bir şey yazmışsın gibi geldi bana haksız mıyım? İlk kez bu kadar içini dökmüşsün sanki.. İlk kez beni duyun diye bağırmışsın bize. İçinde bulunduğun, senelerdir boğuştuğun durumları çok iyi biliyorum. Bi ara seni anlamaya çalıştım ama yapamadım. Yoruldum. Seni anlamaya çalışırken bile yoruldum ben. Sen nasıl katlanabiliyorsun kuzum bunlara? Sen nasıl direnebiliyorsun bu kadar be adam.... Dudağının köşesindeki o çukuru tek bilen anneciğin değil, bende biliyorum.... Ve yine de biliyorum ne desek boş, sen her zaman kendi bildiğini yapacaksın. Arada sırada görüyorum seni, hakikaten şu sakalını kısalt. Biraz da dik yürü, bu kadar erken çökme adam daha güç vereceğin, sırtından destek olacağın biri var.
Evet, belki ilk kez beni duyun diye bağırdım. Duydun mu peki? Duyduğunu mu zannediyorsun? Ne güzel memleket değil mi sesimi uzaktan duyupta sesime ses vermemek. Ne kolay değil mi bilinmemek. Zaten hep uzaktan bakın, uzaktan anlayın beni. Uzatan çözümlemeye çalışın. Uzaktan izleyin.
SilBen hep o bilinenim nasıl olsa, oradaki kişi. Kendini gizlemeyen, mal gibi sağa sola kendini vuran kişi. Evet, ben oyum; tamda o. Sırtımda yük diye taşıdığım elleri kırıp kaderin götüne sokan o kişi. Çökmüşlüğüm yorulmuşluğumdan değil, korktuğumdan. Sandığın(ız) kadar cesur biri değilim. Her dik duruşumda yediklerimden sonra yoruldum ben anlıyor musun bilinmeyen? Her dik durmaya çabaladığımda sırtımdan bıçaklanmaktan, hayallerin ümitlerin paramparça olmasından yoruldum.
Evet, çok kolaydır beni bulmak, izlemek. Başkasına göre çoğu zaman bulanık, blur bir suret olarak görünebilirim. Hatta gölge yakıştırması çok yapılmıştır. Karanlık, ürkütücü vs de cabası. Ama ben öyleyim. Ben kendime öyleyim. Kendi içimde öyleyim. Sizler gayet net bir şekilde görebiliyorsunuz. GÖRÜYORDUNUZ!
Oradan bakınca direniyormuşum gibi mi geliyor sayın anomim. Direnemiyorum.. Kaldıramıyorum anlıyor musun?
Anlayamıyorum, kimse kimseyi anlayamaz.
SilPeki sen anlaşılmak istiyor musun? Ördüğünü bahsettiğin o duvarlar seni sıkıştırmış Tolga, farkına varmıyorsun ama sen kayboluyorsun.
Kaybolmanı istemiyorum anlıyor musun?
Anneler sakladığımız her şeyden haberdar olsalar da çoğu zaman -çocukluğumuzda olduğu gibi- farkında değil-miş oyununu oynamayı çok iyi beceriyorlar. Kaybetmek bizim doğamızda var Tolga.
YanıtlaSilher şeyin farkında olmaları çok boktan. bu durum insana doya doya acısını yaşattıramıyor işte. ondan gizlemeye çalışa çalışa kendini koca derikli bir karanlığın içine attığının farkına varmıyorsun..
Silİçim burkuldu okumasaydım keşke :/ Sen de bana ne çok benzermişsin be arkadaş!
YanıtlaSilbu içine atan kesim bir gün öyle bir patlayacak ki zaten
Siliçimizde tuttuklarımızla beraber kıyamet kopacak. yer yerinden oynayacak.
üzülme..
Oy kıyamam ya inan şuan bende çok duygulandım .. Ah o anneler üzme anneni emi annecğinin lafını dinle sende canım.
YanıtlaSilŞuan sana sımsıkı sarıldım arkadaşım
Nes'im benim, ne demek istediğini çok çok iyi anladım.
Silne zaman istersen..
İndigo çocuksun safransarı. İndigoalara anne baba olmak zor iştir, napsın annen. Misyon sahibidir indigolar. Dünyayı durağan gidişatından kurtarmak için gelmişlerdir. Başlarını sıkça belaya sokarlar. Hırçın ve davalarının kavgacısıdırlar. Yapıcak bişey yok...
YanıtlaSilöylemiymişim.. ben bendeki bu duruma avarelik adını vermiştim.
Silyapacak bir şey olmalı..
her şeye rağmen iyi başlangıçların öyküsüne katmalısın o güzel yüreği...
YanıtlaSilen şefkatli, bitmeyen tükenmeyen sevgi anne sevgisi...
bendeki sorun da o zaten
Silsadece iyi başlangıçlarda varım ben, sadece..
Sen anneni dinle
YanıtlaSilSakallar kesilsin ve bir süre o tişörtler giyilmesin e mi?
beceremiyorum..
Silah bir de; o annelerin bilip, biz üzülmeyelim diye bilmezden gelmeleri yok mu...
YanıtlaSilfakat allah kahretsin ki dünyanın en acı veren şeyi de bu..
SilTolga...
YanıtlaSilüzdüm seni :\
Silbence biraz anne sözü dinlemekte fayda var gibi ama yine de sen bilirsin :)
YanıtlaSilkulak vermek lazım tabii :)
Silokurken gözlerim dolmadı desem yalan olur biraz kendimi buldum kelimelerinin içinde hayattın yükünü taşımak ve bunu birilerinin anlamasını beklemek kadar kötü bir şey yoktur bence bana göre çok güzel ve içten bir anlatım olmuş yüreğinin derinliklerini içinde ki yalnızlığın çığlıkları dökülmüş tüm satırlarına Rabbım o güzel yüreğine kaldıracağın kadar yük versin dilerim daha nice güzel anlar ömürler yaşarsın her şey gönlünce olsun ....anne sözü dinlemekten güzel bir şey yoktur :)
YanıtlaSilteşekkür ederim..
Silevet, anlaşılmayı beklemek yorar insanı.insanlar karşısındakini anlamak isteyecekleri şekilde anladığı için, kişinin kendisinin düşünceleri pek önemli olmuyor
Anne sözü neden dinlenmez ben de bilmiyorum...
YanıtlaSilbende bilmiyorum..
Silıssız adam. bilir misin o filmi? yazdığın çoğu neşeli yazılarda bile hüzün var. oradaki alper karakteri mi olmak istiyorsun. yoksa o musun? ya da o olmayı mı tercih ediyorsun.
YanıtlaSilyahu daha iki gün önce bir arkadaşım aynı yakıştırmayı yaptı. film onlar film, gerçek hayatta olmaz öyle şeyler (: (yersen)
SilSanırım bu okuduklarımın içinde en çok "SEN" olan yazı. Çok içten, çok samimi, çokça sen... Sevgiyle kal. Sakalını da fazla uzatma ;)
YanıtlaSilevet, biraz öyle oldu bu sefer..
Silyazınca rahatlayacağını düşünüyor insan ama nafile
sevgiler benden :)
Anneler anlarmış..Ve anneler ağlarmış..Bi de Fikriye ye katılıyorum sakalını çok uzatma bencede..
YanıtlaSilUcuz şaraplar içmiyorum artık, midem kaldırmıyor..
Silağlamayın canına yandıklarım, ağlamayın
yeterince ağladık zaten
Keşke herkes yüreğindekileri bu kadar cesurca ifade edebilse... Neden hep kocaman yüreği olan insanlar acı çeker? En çok onlar acı çeker biliyorum.
YanıtlaSilUfacık şeylere bile kendileri gibi kocaman değerler yüklerler, sevgiden ve sevme arzusundan yanar yürekleri ama hep kendi gibi birini ararlar ve hiiiiiç bulamazlar. En ağır versiyonunda anneye bile açılamamıştır o yürek... Sevgiyi doyasıya hissetmeyi en çok hakeden insanlar hep 'gerçekten' gülse olmaz mı?
Üzgünüm...
hiiiiç bulamamaz olayın çok doğru. çünkü sanırım bir seyleri aramak için kaybetmek gerekir. neyi kaybettiğini bilmeden de bir şeyleri aramak çılgınlıktır - çıldırtır..
Silne güzel anlatmışsın, haklısın söylediklerinde..
teşekkür ederim.
üzülme.
Çok samimi. Çünkü içinde bir anne var...
YanıtlaSilahh ah..
Siliyi ki...
Anneysen çocuğunla mutlu olursun, çocuğunla ağlarsın... Eğer çocuğun senin gibi insanlara, olaylara, dünyaya farklı bir gözle bu kadar derin bakarken aynı zamanda bu kadar yüksek duvarlar çekiyorsa etrafına ve biliyorsan bu çocuğunun fıtratı, yaradılışıdır, çocuğun istese de istemede de onunla aynı acıyı yüreğinin köşesinde büyütürsün... Elinde değildir bu, istesen de bu böyledir, istemesende. Çocuğunun her yediği tokat sana atılmış bir yumruk, her düştüğünde dizinde oluşan çizik senin yüreğindeki bir büyük kesiktir... üstelik çocuğunun bunu bildiğini, bundan acı çektiğini bilirsin ya, işte acıyan yerine tuzdur bu. Ama ne çare elinden gelen tek şey daha da üzülmektir... İçin için yanarsın, kaynayıp kaynayıp taşarsın onu anlamak için de ördüğü duvar o kadar yüksek, o kadar kalındır ve de yüreğinde büyüttükleri o kadar başkadır ki acına bir de çocuğunu anlayamamak eklenir. Annene anlatamamak, istesen de kelimelerin köşe bucak kaçması seni susturur da kemiksiz dil dönmez, kenarı çukur dudak kıpırdayamaz... Böyle gelmiştir böyle gidecektir. Değişmeyen tek şey değişimdir derler ya; yalan... Değişmeyecek ne kadar çok yürek var daha kim bilir? Bu topraklar bereketlidir azizim, bu topraklar etrafı duvarlı yürekler yetiştirmekte pek bereketlidir. Üzgünüm ki sen de o yüreği duvarlılardan birisin sanırım.
YanıtlaSil"ben ağaçta bir yaprak,
Silrüzgar savurur beni.."
Annemin huzurlu ninnisi
YanıtlaSilHüzünlü uykularda avutur beni..
..
SilAnne başkadir,annenin degil6.hissi 7. 8. Bile hisleri olabilir.Anneler der ya "anne olunca anlarsin" diye.Ben de anne olunca anladim.Simdi gulumsuyorum ama oglumun da hayatta iyi olup gercek anlamda gulumseyebilmesini diliyor ve bunun icin elimden geleni yapiyorum.Annenizle birlikte guzel zamanlar diliyorum size...
YanıtlaSilUzun ve güzel ömürleriniz olsun..
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil