Gözlerimizin göremediği milyarlarca tozu her nefes alış
verişimizde farkında olmadan yutarız. Yuttuğumuz her toz dışarıda kalanlara bir
şey kaybettirmez, çünkü onlar tozdan öteye gidemezler. Ve tahmin edemeyeceğimiz
kadar hızda türerler. Yine de her ne olursa olsun, bir şeylere muhtaçtır o
mikronluk tozlar; neye mi? Bize! Belki bir nefese belki bir rüzgâra belki
üzerinde baskı yapabileceğimiz bir nesneye, ama yine de herkes, her şey bir
şekilde bir şeylere muhtaçtır.
Bu yüzden kendimi bir nesneye benzetirim. Tek ilizyonum
insana benzemem. Yoksa etrafa göz gezdirdiğinizde fark edemediğiniz ama
gördüğünüz o şablonlardan bir farkım yok. Herkes beni aslında görür ama
doğrudan bakınca algılayamaz. Aslında biraz düz
bakacak olursak farkımızın olmadığı şeyi hiçbir zaman fark edemediğimizi
görürüz. Çünkü ben bir insan kılığına bürünmüş nesneysem, çevremde ki tozlarda
bedenime doğru hücum etmeye hazır kelimelerim. Nasıl ki kendimi bir nesneye
benzettiysem, etrafımda salına salına gezdiğini hissettiğim ve az birazının da
başımın içinde sakladığım bu küçük şeyleri kelimelere benzetirim.
Onlar her yerdeler.
Bazen eser geçerim, savururum hepsini etrafa ergen spermi gibi. Bazen hiçbir
şey yapmasam da bir şekilde gelir yapışır kalır üzerime. Sonra hiçbir şey
yapmak istemem, sırf bir şey yapmak istemediğim için tökezleyip düşerim. Yere
düştüğümde, yani yine etraftaki milyarlarca kelimenin biri olan “ah” çıkar
ağzımdan. Bunun çıkmasına sebep benim bir insan olmam değil; yere düşüp, etimi
yaralayıp, o yaralanma acısını beynime bilmem kaç bin ışık hızında yollamam.
Bütün mesele bu. Bütün mesele, içimizde ve çevremizde barındığımız kelime
sürüsünü yönlendirmek. Yaşadığımız ve gözlemlediğimiz şeyler doğrultusunda o
bakış açısını anlatabilmek için içimize çektiğimiz bir çeşit nefesli mıknatıs.
Çoban ve koyun ilişkisi. Hem koyun hem çoban olabilmek
mesele. Hem sürüye yön veren, hem de sürünün kendisi olabilmek mesele. Yani
gece ayazında soğuktan etinin çekildiğini hissettiğin halde yerinden
kıpırdamamak, yani sırf elini ısıtıyor diye dumanı yavaş yavaş azalan çayı
içmeyip o bardağı sıkı sıkı sarmalamak, yani mesele üşümek değil; hissizleşmek.
Yani mesele acı çekmek değil; acının kendisi olabilmek. Yani mesele çay içmek
değil; çayın demiyle zihnini çürütmek. Yani mesele hissizleşmek değil;
etraftaki toz tanelerinin bile seni unuttuğu bir gece, tozun kendisine dönüşebilmek..
Offff desene mesele büyük... Kalemine sağlık... Sevgiler...
YanıtlaSilmesele büyük Persephone, aynen öyle.
Silteşekkür ederim, hoş geldin tekrardan
yunus mu,mevlana mı,şems mi,tolga mı?
YanıtlaSilmesele büyük!
heheh
Silüstadların yanında benim isim nasılda sırıtmış ama (:
mesele büyük Havva, haklısın.
son kısma bayıldım :)
YanıtlaSilçok sevindim bunaa :)
Silmesele, kaybetmek için bir yarışa girmek değil, mesele her zaman kaybeden olabilmek. kazanmayla alakası olmadan kaybedebilmek/kaybetmek. ya da böyle bir şey işte. anladın sen beni.
YanıtlaSilne yaparsak yapalım, filmin sonunu hep bilmek. hep kaybeden tarafta olmak çok sıkıcı dostum..
SilHer yiğidin harcı değildir toz gibi dağılıp da dev gibi doğrulmak. İşte sen bunu başarıyorsun.
YanıtlaSilEyvallah şairim
Silsende öylesin. bunu zaten biliyorsundur..
Yani mesele çay içmek değil; çayın demiyle zihnini çürütmek. Yani mesele hissizleşmek değil; etraftaki toz tanelerinin bile seni unuttuğu bir gece, tozun kendisine dönüşebilmek..
YanıtlaSilvay bee.. yürekten alkışlıyorum bu sözünü =)
teşekkür ederiim, hoşgeldin :)
Sil