21 Nisan 1927 - 2 Haziran 1991
«Bir şair: Ahmed Arif
Toplar dağların rüzgârlarını
Dağıtır çocuklara erken»([1])
Kadim dostu Cemal Süreya, bu üç dizeyle anlatır arkadaşı Ahmet Arif’i.
Toplumcu
gerçekçi şiirimizin özgün sesi, devrimci şair, Anadolu halklarının
sevgili oğ-lu Ahmet Arif’i; 2 Haziran 1991’de , yani bundan 22 yıl önce
yıldızlara uğurladık.
• Bildiğiniz gibi
Ahmed Arif Diyarbakır’lıdır. İlk ve ota öğrenimini orada tamamlar. İlk
şiirleri 1948-1951 yılları arasında bir iki dergide yayımlanır. O
günlerde kendisi Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, felsefe
bölümünde öğrencidir. Öğrenciliği sı-rasında sosyalizmle ve TKP’yle
tanışır. Toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benim-ser.1950 ve 1952-54
yıllarında TKP tevkifatlarında iki kez tutuklanır, ağır işkenceler-den
geçer ve yoldaşlarını ele vermez. Meşhur 141. ve 142. Maddelerden suçlu
bulu-narak iki yıl hapis yatar.
Hoş bir anekdot : Hapisten çıkınca Can Yücel, Ahmet Arif’i görmek ister ve karşılaş-tıklarında ona :
" Seni görmek, geçmiş olsun demek ve sana özellikle teşekkür etmek istedim. İşkencelerde kan işedin de benim adımı vermedin."
Ahmet Arif, tam bir önemsemeyiş tavrıyla şu karşılığı verir Can Yücele:
" Önemli değil, sen de benim için aynı şeyi yapardın; teşekküre değmez."
Ve Ülkü TAMER’den çok güzel bir Ahmet ARİF anısı:
Ahmed
Arif en sevdiğim şairlerden biri. İnsan olarak da inanılmaz derecede
sıcak bir dosttu. Muzaffer Erdost’la bazı geceler 12’den sonra bir
karpuz alıp onu, gece sekreteri olarak çalıştığı gazetede ziyarete
gider, saatlerce çene çalardık.
Kahkahalar atarak sık sık anlattığı bir olayı hiç unutmadım:
Diyarbakır’dan Ankara’ya gitmiş. Annesi memlekette. Komşu kadınlar boyuna övünürmüş:
"Benim oğlum İstanbul’a gitti, memur oldu."
"Benim oğlum İzmir’e gitti, bankacı oldu."
Ahmed Arif’in annesi durur mu, o da başlarmış övünmeye:
"Benim oğlum da Ankara’ya gitti, komünist oldu."
"Ne bilsin anam!" derdi Ahmed Arif "Komünistliği de mühendislik, doktorluk gibi meslek sanıyor."
•
Ahmet Arif’in ilk şiirleri kimi dergilerde boy gösterdiği sıralarda
Orhan Velive arka-daşları şiir dünyamıza iyice egemen durumdadırlar.
Garip akımı başlangıç dönemini tamamlamış, iyice kökleşmiş durumdadır.
Nâzım’ın şiiri yasaklıdır, gizli gizli elle ço-ğaltılıp elden ele
dolaşmakta; ele geçirildiklerinde insanların hayatı karatılmaktadır.
Toplumcu
gerçekçiler ise ya hapiste, dışarıda olduklarında ise izlenmekteler,
işsizliğe mahkûm edilmektedirler. Mehmet Kemal’in "Acılı Kuşak" diye
adlandırdığı kuşağın önü kesilmekte "Garip" şairleri iyice
parlatılmaktadır. Gençlerin çoğu, "bütün yeni yetmeler Orhan Veli’ye,
Oktay Rıfat’a, Melih Cevdet Anday’a öykünüyordu. Sanki şiir yalnız
onların yazdığıydı; onların yazdığından başka şiir olamazdı sanki.
Gençlerin bu bilinçsiz tutumu şiirimize zararlı olmuştur."
•
Ne var ki kendi çıkış noktaları olarak Nâzım’ı alan, yeni bir şiir
anlayışını geliştirmeye çalışan, Orhan Veli ve arkadaşlarınca pek de
umursanmayan bir akım şekillenmektedir: "Toplumcu Gerçekçi Şairler"
diye adlandırılan, kimi zaman da "1940 Kuşağı" adı altında toplanan bu
şairler arasında Rıfat Ilgaz (d. 1911- 7 Temmuz 1993), Ömer Faruk
Toprak (1920- 1979), Enver Gökçe, (1920- 1981), Arif Damar (d. 1925- 20
Ekim 2010), Hasan Hüseyin Korkmazgil (1927-1984) ve Ahmed Arif (1927-
02 Hazi-ran 1991) dikkati çekerler. Ahmed Arif ilk şiirinde bile
Gariple gelen şiirin içeriğine aldırmamıştır. Önerilmekte olan ve bir
çeşit şiirsiz şiir diyebileceğimiz hareketi umur-samadan kendi
doğrultusunda çalışan birkaç şairden biri de odur.
•
Ahmed Arif’in şiiri bir bakıma Nâzım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu
Nâzım Hik-met’in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında
büyük ayrılıklar var. Nâzım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan
seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovada akan «büyük ve bereketli
bir ırmak» gibidir.
Başka hoş bir
anekdot,
bu büyük şairin ustasına verdiği değeri ve –bence kendisine
epeyce haksızlık ederek- kendi kişiliğine sindirdiği devrimci
alçakgönüllülüğü ne güzel dile getirmektedir:
Ahmet
Arif’e :"Nâzım hikmet gibi şiir yazıyorsunuz. Bir gün onu yakalayıp bu
alanda geçebileceğinizi düşünüyor musunuz?" sorusu sorulur. O da...
"Hidrojen bombasının karşısında bir Kürt hançeri ne yapabilir ki!"
cevabını verir. Elbet de Nâzım gibi şiir yazmak –onu taklit etmek- başka
bir şey; Nâzım’dan sonra ustaların açtığı yolda kendi özgün şiirini
yazmak başka bir şey.
Cemal Süreya’ya
göre; Ahmed Arif ise dağları dile getirmektedir. Sınır ve milliyet
ta-nımayan, "yaşsız dağları «âsi» dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir
onun şiiri. «Daha deniz görmemiş» çocuklara adanmıştır. Kurdun kuşun
arasında, yaban çiçekleri ara-sında söylenmiştir, bir hançer kabzasına
işlenmiştir. Ama o ağıtta, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına
dönülecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin
bir parıltı vardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de,
arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı
ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir. Karşı koymaktan çok, boyun
eğmeyen bir doğa içinde. Büyük zenginliği ilkel bir katkısızlık olan
atıcı, avcı bir doğa içinde."[2]
Onun şiiri yereli evrenselle buluşturan, birleştiren bir şiirdir.
•
Onu yakından tanıma mutluluğuna erişin dostları, yoldaşları ve
arkadaşlarına göre ko-nuşması ile şiiri arasında tam bir özdeşlik
vardır. Onun şiiri, konuşmasından alınmış herhangi bir parça gibidir;
konuşması ise, şiirin her yöne doğru bir devamı gibi.
•
Ahmed Arif’in şiirinde hiç bir zaman kuru söylev edası yoktur. Bir
duygu sağnağı, imgeler halinde, sıra sıra mısralar kurar. Ana düşünce,
dipte, her zaman belirli, her zaman ışıltılı ama sakin durur; çoğalır,
büyür belki, ama kalın bir damar halinde hep dipte durur. Ahmed Arif,
kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir.
Anlatımıyla, şiirin özü arasında özdeşlik vardır. Yani o şiirinde öz ve
biçim diyalektiğinin en olgun düzeyini yakalamıştır.
•
Tıpkı Mezopotamya ve Anadolu halklarının acılı yaşamı ve derin tarihi
gibi halk tür-külerinden yararlanır Ahmed Arif. Ne var ki halk
kaynağından, halkların zengin kültü-ründen yaralanıyor ama, onun altında
ezilmiyor, bu zengin özsulardan beslenmekle birlikte kendi özgün
şiirini yaratıyor.
• Ahmed Arifi
okurken; halklarımızın derin acılarını, çok katmanlı zengin kültürünü,
bilgeliğini, cesaretini, zulme karşı başkaldırısını yaşıyorsunuz.
Cesareti söylüyor Ahmed Arif, boyun eğmemeyi ve barışa, kardeşliğe,
güzel bir yaşama duyduğumuz derin özlemi dile getiriyor.
Ahmet Arif’in Şiilerinde;
• Emeğin kurtuluş ve özgürlük özlemi dile gelir, emekçinin alınterinin kokusu duyulur.
•
Antik tarihte "Kavimler Kapısı" diye anılan Anadolu’nun ve uygarlıklar
yatağı Mezo-potamya’nın mazlum halklarının binlerce yıllık barış ve
kardeşlik özlemleri dile gelir.
•
Anadolu, Kürdistan ve tüm Ortadoğu halklarının uğradıkları zulüm,
çektikleri acılar ile zulme ve zalimlere başkaldırmanın onuru ve coşkusu
dile gelir,
• Onun şiirlerinde büyük
kavgamızın nihai hedefi; yani sokomünist devrim, Türkiye, Ortadoğu ve
Dünya devrimi ve böylece halkların namuslu elleriyle inşa edilecek olan
sınırların, sınıfların ve sömürünün ortadan kalktığı komünizmin özgürlük
dünyası –geleceğimiz- dile gelir.
Ahmet
Arif; -kimilerinin sandığı gibi "feodal yiğitliğin" değil- geçmişimizin
en soylu değerle-rinin, bugün de sürdürdüğümüz özgür bir dünya
kavgamızın ve ışıltılı geleceğimizin şairidir.
Kavgası, kavgamızda yaşamaya, şiirleri yüreklerimizde yankılanmaya ve kavgamıza güç kat-maya devam ediyor.
Yusuf Erdem