5 Aralık 2014 Cuma

Biri beni silksiin!


Gözlerimizin göremediği milyarlarca tozu her nefes alış verişimizde farkında olmadan yutarız. Yuttuğumuz her toz dışarıda kalanlara bir şey kaybettirmez, çünkü onlar tozdan öteye gidemezler. Ve tahmin edemeyeceğimiz kadar hızda türerler. Yine de her ne olursa olsun, bir şeylere muhtaçtır o mikronluk tozlar; neye mi? Bize! Belki bir nefese belki bir rüzgâra belki üzerinde baskı yapabileceğimiz bir nesneye, ama yine de herkes, her şey bir şekilde bir şeylere muhtaçtır.

Bu yüzden kendimi bir nesneye benzetirim. Tek ilizyonum insana benzemem. Yoksa etrafa göz gezdirdiğinizde fark edemediğiniz ama gördüğünüz o şablonlardan bir farkım yok. Herkes beni aslında görür ama doğrudan bakınca algılayamaz.  Aslında biraz düz bakacak olursak farkımızın olmadığı şeyi hiçbir zaman fark edemediğimizi görürüz. Çünkü ben bir insan kılığına bürünmüş nesneysem, çevremde ki tozlarda bedenime doğru hücum etmeye hazır kelimelerim. Nasıl ki kendimi bir nesneye benzettiysem, etrafımda salına salına gezdiğini hissettiğim ve az birazının da başımın içinde sakladığım bu küçük şeyleri kelimelere benzetirim.

 Onlar her yerdeler. Bazen eser geçerim, savururum hepsini etrafa ergen spermi gibi. Bazen hiçbir şey yapmasam da bir şekilde gelir yapışır kalır üzerime. Sonra hiçbir şey yapmak istemem, sırf bir şey yapmak istemediğim için tökezleyip düşerim. Yere düştüğümde, yani yine etraftaki milyarlarca kelimenin biri olan “ah” çıkar ağzımdan. Bunun çıkmasına sebep benim bir insan olmam değil; yere düşüp, etimi yaralayıp, o yaralanma acısını beynime bilmem kaç bin ışık hızında yollamam. Bütün mesele bu. Bütün mesele, içimizde ve çevremizde barındığımız kelime sürüsünü yönlendirmek. Yaşadığımız ve gözlemlediğimiz şeyler doğrultusunda o bakış açısını anlatabilmek için içimize çektiğimiz bir çeşit nefesli mıknatıs. 

Çoban ve koyun ilişkisi. Hem koyun hem çoban olabilmek mesele. Hem sürüye yön veren, hem de sürünün kendisi olabilmek mesele. Yani gece ayazında soğuktan etinin çekildiğini hissettiğin halde yerinden kıpırdamamak, yani sırf elini ısıtıyor diye dumanı yavaş yavaş azalan çayı içmeyip o bardağı sıkı sıkı sarmalamak, yani mesele üşümek değil; hissizleşmek. Yani mesele acı çekmek değil; acının kendisi olabilmek. Yani mesele çay içmek değil; çayın demiyle zihnini çürütmek. Yani mesele hissizleşmek değil; etraftaki toz tanelerinin bile seni unuttuğu bir gece, tozun kendisine dönüşebilmek..


12 yorum:

  1. Offff desene mesele büyük... Kalemine sağlık... Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. mesele büyük Persephone, aynen öyle.
      teşekkür ederim, hoş geldin tekrardan

      Sil
  2. yunus mu,mevlana mı,şems mi,tolga mı?
    mesele büyük!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. heheh
      üstadların yanında benim isim nasılda sırıtmış ama (:
      mesele büyük Havva, haklısın.

      Sil
  3. mesele, kaybetmek için bir yarışa girmek değil, mesele her zaman kaybeden olabilmek. kazanmayla alakası olmadan kaybedebilmek/kaybetmek. ya da böyle bir şey işte. anladın sen beni.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne yaparsak yapalım, filmin sonunu hep bilmek. hep kaybeden tarafta olmak çok sıkıcı dostum..

      Sil
  4. Her yiğidin harcı değildir toz gibi dağılıp da dev gibi doğrulmak. İşte sen bunu başarıyorsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eyvallah şairim
      sende öylesin. bunu zaten biliyorsundur..

      Sil
  5. Yani mesele çay içmek değil; çayın demiyle zihnini çürütmek. Yani mesele hissizleşmek değil; etraftaki toz tanelerinin bile seni unuttuğu bir gece, tozun kendisine dönüşebilmek..
    vay bee.. yürekten alkışlıyorum bu sözünü =)

    YanıtlaSil