29 Aralık 2016 Perşembe

- yalancı bahar -



ellerin / ellerimden habersiz.. iç nefesim ellerine / sıcak yayvan at gibi ağır ağır.. ellerin muğlak, yalancı bahar gibi ürkek / soğuk yüreğim / yüreğine telaşlı bir çocuk gibi bakıyor nefesin nefesin, bir çocuğun eli.. ellerin(âh), çocukluğum gibi / yaralı bakıyor bana Ben, nefesin gibi hoyrat; asi ve nemlidir bakışım.. Sesim / sesin ellerin / nefesim.. t.yazıcı 28.12.2016

27 Aralık 2016 Salı

- Örs -


Üzerime sinmiş lirik bir yalnızlık esintisi bu
Tozlu, dumanlı
Ciğerime yapışan bir parça var beni boğan
Adı sanı yok.
Öksürüğüm kadar yakın ve hırıltılı bakıyor bana
Gözleri ışıksız ve bir örs kadar ağır..
Yoruldum.

Anlamlandıramadığım bir hüzün bulutu var tepemde.
Bir yağsa rahatlayacak aslında geyiğine inat,
Meydan okuyacağım üzeri açık bir şemsiyeyle.
Islandım.

Esti, gürledi.. deldi geçti es vermedi
Bir yabancı gibiydi
Adresimi sordum bilemedi.
Kayboldum.

27.12..
t.yazıcı

23 Aralık 2016 Cuma

- Uğultu -


derin bir uğultu gibi bu mutsuzluk
başı, sonu / buyruğu yok.
kaldırım köşeleri eğri,
adımlar yorgun
ve kanatlar
ve gök
çok önceden idi uçurtma seslerini işitirdik.
kuşlar yalan söylemez.

insan avcısı yurdum, pusuda
kan kokulu nefesler uçurtmanın hemen sağında
küçük bedenlere yerleşti büyük çocuk bakışları
ve artık anne dizim kanıyor naraları yok.

öldüm olası değişmeyen bu durum
bir kelime oyunu say'
akşamlar artık biraz daha kara akşam
gecenin samimiyeti bir namlunun ucunda
ateş diyorlar, ateş
kibrit yanamadı kan kokusundan
güneş üşüdü bu yoksulluktan.

t.yazıcı
23.12...

9 Aralık 2016 Cuma

Kalmışsın bir kış içinde


“Manyak mısın olum, niye öyle şeyler yapıyorsun..”
“La olum senden bir sikim olmaz..”
“Bu kafayla devam edersen yarrak gibi kalırsın bir başına böyle..”

Hayatım üstteki cümle ve türevlerini duymakla geçti. Ergenlikte ‘kimse beni anlamıyo ama yiaa’ atarını bile yapamadım, çünkü haklıydılar. Hep haklı oldular. Demiştim ya, ömrüm ömrüme girenlerin hayatıma giriş ve çıkış hızını hesaplamakla geçti. Bir rüzgar gibi, meltem gibi. Tatlı bir esinti değil bu. Yüzümü kemiren, etimi dişleyen bir rüzgar..

Hava eksi bilmem kaç derece, arkadan biri daha sesleniyor, “manyak mısın olum, girsene içeriye donacaksın.” Nefesim bazı maddelerle birleşip buharlı çıkıyor, bayılıyorum bu âna. Ellerim ceplerimde, bir cep bulsam insanlığımı gizleyecek, ben de oraya saklanacağım ama bulamıyorum. Çok denedim, Allah belamı versin ki çok denedim bir yerlere gizleyebilmek için kendimi.. Beceremedim.

Hayatın bana bıkmada usanmadan attığı bir gol var ki düşman başına. Hayatıma girmiş kişileri çıkarır çoğu zaman.. ki bilirim, benden gittikten sonra sonsuz karanlıktan ütopyaya gitmiş gibi kabuk atarlar, yeniden dirilirler.
“Bu kafayla devam edersen yarrak gibi kalırsın bir başına böyle..” demişti ayrılmak üzerinde olduğum kız arkadaşım. “Terbiyesiz” diye karşılık vermiştim. Rolleri değişmiştik. Genelde ağzı bozuk taraf ben, beni toparlayan da o olurdu. İnsan hiç terbiyesiz cevabı sonrası ağlamaya başlar mı?
Karanlıkta olmanın tek iyi yanı bu sanırım.. Ne kadar geriye veya ileriye gidersen git bir şey değişmez.. Sen zaten karanlıktasın..

“Abi değiş şu şarkıyı dalağımız şişti” dedim servisçiye. Azer Bülbül’den ‘canım yanıyor’ u dinliyor. Hava bilinçaltım gibi bulanık, yağışlı, kaygan.. Damlalar inceden inceden vuruyor cama. Azer ağabey giriyor; “kurşundan beterdi o son sözleri, nasıl gitti hâlâ aklım almıyor.. anlatmak imkansız çektiklerimi, vurulmuş gibiyim, canım yanıyor..”
Tam alışmışım, değiştiriyor; duygu karmaşası yaşıyorum, İsmail Türüt’ü açıyor bu sefer.. parkanın kapşonunu çekip başımı cama yaslıyorum. Radyoyu değiştiriyor, Sezen başlıyor bu sefer.. haydaa diyorum içimden, daha doğrusu içimden dediğimi düşünüyorum, dışa vurmuşum.. tüm servisin bakışlarının ağırlığını hissediyorum.. yanımda idari işlerde çalışan hatun, dikkatli dikkatli bakıyor. Beni her gördüğünde iç geçirir, bana acıdığını düşünürüm bu iç çekiş şeklini görünce. Toplasan üç kelimelik muhabbetim olan kız “lan olum senden bir sikim olmaz” demişti. Şaşırmıştım, şok olmuştum. Sonra sorguladım, acaba bana bu lafları demiyorlar da ben karşımdaki kişiyi bir ayna bilip bana söylenmesini istediğim şeyleri mi duyuyorum diye. Sorgulamadım ettiği küfrü. Çünkü haklıydı. Amına koyayım.. Hayatım hayatıma giren kişilere hak vermekle geçti.

Kafam cama vuruyor iyice, yağmur hızlandı. Sezen’in sesi kulağımda çınlıyor; olmazdı ben de biliyorum, haklısın haydi git… ne olur lan demeye kalmadan yanımdan bir ses, “Sisifos gibi lanetlenmişsin sen” diyor. Kafamı çeviriyorum, bana senden bir sikim olmaz diyen kız. Yağmur tanelerini böğrümde hissediyorum, çiselemeyi bıraktı dolu yağıyor patır patır. Sisifos ne alaka yahu diyorum. Hikayesini az çok bildiğim bir karakter, hani şu tanrı tarafından cezalandırılan yunan mitolojisinden… bir kayayı koca bir tepeye çıkarmakla cezalandırılan ve tam zirveye ulaşmışken kayası aşağıya yuvarlanan ve..ve..vee ömrü hayatı boyunca bu işi tekrarlamak zorunda kalan..
Ona doğru bakıp bir şey söylemeyince sanki bir şey demişim de cevap vermek zorunda kalmış gibi kararlı çıkışıyor.
“Herkesi yazıyorsun, okuyorum seni.. bunu da yazarsın artık” diyor.
Kalemin var mı diyorum. İki ucu açık bir kurşun kalem veriyor.
Yazmaya başlıyorum..
Yazıyorum..
Yazdım.