4 Temmuz 2019 Perşembe

BOŞLUK



“Senin kafanda birkaç tahta eksik” derdi, susardım. Benden eksik kalanlarla hangi boşluğunu kapatırlardı bilemezdim.

Hiç bıkmadın şu huyundan, bravo vallahi, dedi Münevver sol kolumun üzerindeki lekeyi işaret ederek. Bakma gereği duymadım gösterdiği yere, gülümsedim. Alışkanlıklar, dedim, kolay bırakılmıyor. Bir de dünya meselesi gibi anlatmaz mısın çıkışı geldi, beklediğim hamleydi, boşa gitti. Ne zaman küçük hesaplar büyük tartışmaları doğurmayı bırakır, işte o zaman insanlık bir adım daha atar dedim. Kahkaha attı. Epey attı. Sustuktan sonra akıl edebildim bakan oldu mu diye. Bunu fark edip yine aynı desibelde attı kahkahayı. Yahu, dedi, burnunu koluna silmişsin, leş gibi iz yapmış neyin peşindesin ey ikinci yeni müdavimi, post modern tutkunu adam. Münevver kadar olmasa da sesli bir gülümseme de benden geldi. Halbuki ne kadar da düşünerek, belki de anlam konarak koyulmuş adın. Münevver. Ama nerdee, bizimki hep goygoy.

Adını bir cümle gibi kullanışım ve sonuna getirdiğim iyelik art arda yirmi sekiz virgül gelen boş cümlelerin ortasında bizi bırakıp duraklatmıştı. Sonsuz bir cümleydi görünmeyen ortasında sadece virgüllerin görüldüğü.

Senin, dedi, kafanda birkaç tahta eksik. Uçuşan kızıl saçlarını izler, yüzündeki ezberlemediğim birkaç ayrıntıyı daha not ederdim dehlizime.

Koluma ilişiyor şimdi gözüm. Alışkanlık be diyorum. Kendime ama. İnsan kendisiyle de konuşurken tırnak açar mı konuşmasına? Kimdir mesela sıralaması, hangisindedir. İç ben mi yoksa içime konuşan ben mi. Freud olsa kızardı muhakkak.

Kapılar açılıyor, birden fırlıyorum sonradan yapılan iskelenin üzerine. Sonralık, mışlık eki gibi yabancı duruyor bu iskelede; sallanıyor dehşet şekilde. Vapurun içerisinden paslı bir mermi gibi tam ortasına doğru ilerleyerek bakınıyorum. Tam karşısı diyorum, Sarayburnu’nun köşesini göreyim, Kız Kulesi sıkılmıştır benden. Hızlıca oturuyorum. Sırtımı yaslayacak yerin olması güzel. Etrafıma bakıyorum, kimse yok. Garip bir ürperme geliyor içime, asansörde kapalı kalmak, otobüste kalmak, odada, tuvalette, depoda kilitli kalmak neyse de vapurda kilitli kalma ihtimali sesleniyor kulağıma. Yok diyorum sonra, hangi kısmım yok diyor bilmiyorum ama kim olursa olsun hak veriyorum; hava eksi sekiz. Kahkaha atıyorum. Ne derlerse desinler; her kahkahanın Münevver’i hatırlattığını kim nereden bilecek. Hem hatırlatacaksa bir kahkaha hatırlatsın değil mi?

Yanımda olsa ne meraklısın denize, derdi. Götün donacak bu soğukta. Eminim ki ellerimi parkamın cebinden çıkarmadan boynumu içime içime gömerek cevap verirdim; içimiz ısınır fena mı martı sesinden.

İçeri geçtim de ne oldu? Kafası mekanik bir cisim tarafından aşağıya bilmem kaç derece paralel bakan birkaç topluluk. Birkaçı bulmaca çözüyormuş bak, hakkını yedim. Ne gülerdin değil mi bulmacalardan korktuğumu sana söyleyince. Adın batmıya emi, derdin şiveli şiveli. Yahu adım Can, topu topuna üç harf, batsa ne batmasa ne. Dünyaya bir ağırlığı bile yoktur.

Boşlukları doldurmayı sevmiyorsun, sanırım demiştin bulmacadan yola çıkıp hayat krokimi çıkarırken. Bilmem, demiştim bende, hepimiz bir yarımı tamamlamak için koşturmuyor muyuz?

Susmuştun. Adına bahsedilmiş, söylenmiş nice yarım cümleler geçmişti belki zihninden bilemezdim. Delisin, melisin ama garipsin. Ruhunda beynine zıt paralel çubuklar var, hepsi birbirinden farklı. Sen obsesiflerin çıldırtırsın. Ruhum geometrik olarak incelendiğinde de sıkıcıydı sanırım. Ses etmemiştim. Susmuştum. Genelde öyle olurdu zaten. Belirli çizgiler oluşur, sana yol yapılır ama gitmezsin.

Geçmiş öyle bir şeydir işte. Bilmemkaç dakika, saat, gün; hiç fark etmez. Büyük bir boşluk olarak durur tepende. Uzun süre göz bebekler yukarıda bakmak da normale çevirince başını döndürür insanın.

İsminin anlamını sormuştum bir de, ilk kez kocaman gülmüştü ama ses çıkarmamıştı. Parlamıştı gözleri anlamı gibi. Sağ kolumu kullanmıştım bu sefer, mendil bunun yerini asla tutmuyor be!

29.06.2019 tarihinde oggito öyküde yayımlanmıştır.