13 Aralık 2014 Cumartesi

Unutursam Fısılda. Ya da boşver, söylemesen de olur




Değişik benzetmelerim vardır benim, genelde aklıma ilk geldiğinde şaşırırım kendime bu benzetmelerden ötürü. Hatta bazen güler geçerim. Benzetmelerim genelde insan ırkıyla ilgili olur, doğal olarak kendi ırkımı göz önüne alırım bir şeyleri düşünürken.
Kuzenin düğünü var bu hafta, evde dünyanın insanı var, yedi teyze yirmi küsür de yeğen olunca ev çok enteresan bir hal alıyor. Bilirsiniz, sevmem ben insanları; yani genel olarak. Evde düğün öncesi bir şeyler yapmaya başladılar baktım un filan bir şeyler yoğuruyorlar. Onlar elleriyle bir şekilde ellerinin arasında ki hamura bir şeyler kattıkça ben suratımı buruşturdum. Yaklaşık yarım saat boyunca o hamuru inceledim, yarım saat öncesi ve sonrasını hayal ettim. Bir ara gözlerim doldu, az daha sıksam ağlayabilirdim. Aklıma türlü türlü şeyler geldi. Acıdım bir an hamura çünkü bir tercih hakkı ona sorulmamıştı. O an belki de dördüncü teyzemin ellerinin arasında olmak istemezdi. Her iri parmak darbesinde canı acıyordu belki de. Bunu bizlere belli şekillere girerek de belli etmeye çalışıyordu kendince. Ama lanet olsun ki anlayamıyorduk bize ne demek istediklerini.
O an kendi lapa halime büründüm. Mayasız ve susuz un gibi en özüme gittim. Kim bilir hangi ellerden geçmiştim bu yaşıma kadar, kimler ellemişti beni, kimlerden nefret ede ede beni nasıl istediği şekle sokmasını izlemiştim. Bu yüzdendi belki de hiçbir şekilde tat veremeden yaşamam.

Şimdi etrafıma bakıyorum da, ne çok sahipsiz hamurlar dolanıyor etrafta. İşin tuhaf tarafı, hamur olduklarından bile habersizler. Suriye’den bir şekilde gelmiş ve sokakta dolanan çocuklar mesela. Çok fazlalar – çok çok çok fazlalar. İşin siyaset tarafına girmeyeceğim merak etmeyin. İşin ucunda bir çocuk olunca bende ne din kalır ne de devlet kalır çünkü. Bazen uzun uzun izliyorum onları, ne yaptıklarını, ne yapmak istediklerini. Kendi çocukluğuma çok benzetirim onları. Benden tek farkları korkusuz olmaları. Bir çocuk korkmalı. Korkmalı ki hata yapmamalı.


On iki yaşımda sigaraya başladım. Önce milletin yere attığı izmaritleri alır onu içerdim. Daha sonra boya tezgahından kaldırdığım bütün parayı sigaraya verirdim. Cebime doldurduğum uzun L&M lerle arkadaşların yanına giderdim. Aradan neredeyse on beş sene geçti, ben beş sene içip bıraktım sigarayı, arkadaşların çoğu hâlâ içiyor, söverler bu yüzden bana, haklılar.
Sigaraya yeni başladığım zamanlarda kendimi biraz daha cesur hissederdim. Tanju Okan’ın dediği gibi; “benim en iyi dostum içkim sigaram”
Bu cesurum kör kütük bir cesurluktu. Sonrasını düşünmeden kafamın dikine çok gittim, bu yüzden çok dayakta yedim dayakta attım.
O ara mahallemize Yugoslav göçmeni birileri gelmişti. Bir gün mahallemizin bir abisi geldi yanıma; “Lan Tolga beş lira ister misin?”
“İsterim abi, istemem mi iki paket sigara parası. Ne çalınacak abi?”
“Bu sefer bir şey çalmayacaksın. Şu xxx hatun var ya mahalleye yeni gelen, sokaktan geçerken götünü sağlam bir avuçlayacaksın.”
“Ellerim abi ne var bunda.”
Tabi o zaman umrumda değil, ne olacaksa olsun kafasındayım. Verdi parayı, hakikaten de mahallenin köşesinden dönerken, tam elektrik direğinin orada götünü çok sağlam avuçladım. Ne tahrik oldum, ne de herhangi bir pişmanlık duydum. Tek amacım cebime girecek o beş liraydı. Kızın götünü ellemem onu nasıl tahrik etti ya da nasıl mutlu hiç bilmiyorum, düşünmeyi de tercih etmedim.

 Sonra sonra benden istekleri değişti. “Git şu lavuğun gözünü korkut”, “git bıçağı çek bakayım ölümden korkuyor mu korkmuyor mu”, “git şu kızın sevgilisinin baldırına sapla, ölüm korkusu nedir biraz anlasın.”
Her şeye tepkim olumlu olurdu, yeter ki paramı nakit versinler. Çoğu yazımda, denemelerimde filan seri katillere yönelmemin sebebi bu. Bu ülkede seri katil olmak kadar basit bir şey yok çünkü. Sinir sisteminin çalışma tarzını keşfeden ve öğrenen biri çok rahat bir şekilde bütün sinir sistemini dondurabilir. İhtiyar bir dedenin ağzından yere attığı o sigara deninden sonra ben dondurmuştum bütün sinir sistemimi. Bu yüzden birini çok rahat şekilde öldürebilirdim, benim için bir sıkıntı değildi yani bu. On dört yaşımda  gidip yana yakıla rambo bıçağı alıp sürekli cebimde taşımamın sebebini o yüzden hiç sorgulamadım. O zamanlar bana ne derlerse o oldum. En başta dediğim gibi, kim nasıl el attıysa o oldum, hiçbir zaman kendim olamadım.

                Şimdi bu küçük hikâyemin sebebini anlatmam yine sokaklarda dolanan bu Suriyeli çocuklar. Bize bir lira karşılığında bir paket mendili satmak için peşimize takılıyorlar ya, bir süre sonra onlarda değişecek. O masum masum bakan suratları kin dolu bakmaya başlayacak. “Alır mısın ağabey” in yerini, “cebini boşalt” lan çıkacak. Burnunda ki sümüğü koluna silip bizlere mendil satmaya çalışan bu çocukların öfkesi Türkiye’nin tümünü yutacak, buna hazır olun.
                Çünkü onlarda kendimi görüyorum. Çünkü onların gözüne baktığımda, on üç yaşındaki Tolga’nın gözünün bebeğini görüyorum. Çünkü onların donuk donuk bakan gözlerini gördükçe, on beşimde kurduğum toplu katliamı hatırlıyorum. Çünkü onların mendil satmak için yanımıza geldiğinde suratlarına taktığı sahte masum ifadeyi gördükçe sol memelerinde yatan gizli zebaninin suretini görebiliyorum.
                Sokakta evine üç kuruş para götüreyim diye boyacılık yapan amcaları gördükçe bende içimdeki o zebaniyle göz göze geliyorum çoğu zaman. Koskoca adamın yüzümden önce ayakkabımın kirine baktığını gördükçe saliseler içinde bütün insanlığı yok etmek istiyorum. Hele ki ayakkabılarım kirliyse ve tam yanından geçerken “boyayalım ağbi” derse, yerin milyar katı altına giriyorum.

Çünkü biliyorum yanından sessizce geçtiğimde neler hissettiğini. Çünkü biliyorum “boyayalım ağbi” tamlamasının ezbere söylemediğini. Çünkü biliyorum yanından geçen kirli ayakkabılı biri boyatmayınca bir sonra ki kirli ayakları beklemenin zulmünü.
Ayakkabı boyacılarının yüzlerine gülümseyin efendiler. Onlara benim yerime de selam söyleyin, olur mu?

30 yorum:

  1. Çocukları en iyi anlatan ve en fazla seven şair kimdir bilir misin?
    Yani bana öyle gelir tabi tutup terazisi olmadım kendisinin.
    Ama onlarca şiir çıkmıştır kaleminden ve tabii ki yüreğinden Dağlarca'nın..
    Havaya Çizilen Dünya/ Çocuk ve Allah ile başladı..
    Şimdi seni okuyunca aklıma geldi. Hiroşima'ya atılan bombalar ve çocuklarla ilgili onlarcaa şiiri.
    İşte senin bahsettiğin, yüzyıllardır bahsedilen.
    Savaş, çocuklar ve şiir.
    Bitse artık değil mi??
    Ve Dağlarca demiş ki "Doğan çocuk geleceği yeniler"
    Bende yeni çocuklara umut yüklemek istiyorum, onlardan umut almak istiyorum bizden aldıkları gibi zamanında.
    Ha bir de umut demişken bu hafta http://youtu.be/xq6H0cYeFOE şu videeyoo beni çok etkiledi. Zamanın olunca izle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Savaş, çocuklar ve şiir."
      bu üç kelime bile yan yana geliyorsa her şey beklerim bu dünyadan ben.
      ben tam tersi düşünüyorum. gelecek daha karanlık...
      "Carpe Diem"

      Sil
  2. Yazını okurken boğazım düğümlendi. Bir zamanlar ayakkabı boyacılığı yapmıştım ben de. Nedenini anlatmayacağım burada ama o zamanlar hissettiğim duygular senin duyguların ile aynı. Biliyor musun, 23 yaşına geldim, 10 yaşında yaptığım boyacılıktan bana kalan tek miras insanların ayakkabılarına bakmak oldu. Hala istemsiz bir şekilde insanların ilk yüzüne değil ayakkabılarına bakıyorum.

    Enfes bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne çok ortak noktamız var biliyor musun.
      acının adı aynı ama tadı kim bilir nasıldır.. aslında acının da cezbedici yanı bu.
      her şeyden ve herkesten farklı..
      teşekkür ederim

      Sil
  3. Teyzenlerin yoğurduğu hamura şekil verilirken hayal dünyan seni nerelere taşımış.
    Harika yazmışsın. Suriyeli çocuk ve ayakkabı boyacısı gördüğümde senin yerine de gülümseyeceğim, söz.
    Geçenlerde Türkiye'den hiç seri katil çıkmadığını okumuştum. Çünkü biz içine atmayan, değişik biçimlerde sürekli deşarj olan bir toplummuşuz. Enteresan...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim.
      Serikatil herkes olamaz zaten, zekâ gerektirir. Biz sevmeyi bilmediğimiz gibi nefretimizi de göstermesini bilmiyoruz. Ya hunharca seviyoruz ya hunharca öldürüyoruz.

      Sil
  4. Gülümsediğim yerler de olduğu, gözümün dolduğu yerlerde. Haklı çıkacaksın muhtemelen düşüncelerinde ama keşke bir mucize olsa...

    YanıtlaSil
  5. Bir hamurdan nereye geldik..
    Haklısın, ne denebilir ki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ah bu eller..
      kim bilir bizi daha ne şekillere sokacaklar

      Sil
  6. Hiçkimse doğuştan kötü değildir. Hiçbir bebek kötü olarak doğmaz. Bazen hayat şartları, bazen de diğer insanlar kötü birine dönüştürür onu. Ama üzerinde biraz düşününce, ben kötü müyüm, sen kötü müsün? Ne fark eder ki? Mükemmel insan diye bir şey yok zaten. Biz en azından ne olduğumuzu biliyoruz. Kendimizi biliyoruz. İnsanların samimiyetsizliğini görmeye engel olan o perdeyi çoktan aralamışız.

    Belki onlarca kişiyi gözümüzü bile kırpmadan öldürebilecek kadar öfke birikmiş içimizde, ama aynı zamanda bir boyacı amcayı ya da bir sokak çocuğunu gördüğümüzde bir şeyler hissedebilecek kadar da vicdan sahibiyiz. İyi ya da kötü insanız işte. Ne kimseden daha iyi, ne kimseden daha kötü.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne zordur dimi böyle araya sıkışmak.
      Dediğin gibi bir yandan dünyayı diri diri yakmak istemek, bir yandan da aman canları acımasın diye o ateşin üzerine işemek..

      Sil
  7. Cansız şeyler hakkında onların da bir ruhu olduğunu düşünme deliliğini kendime has sanırdım.
    Bir kaseden seçtiğim bayram sekerinin ardından "bak yine onu aldılar, biz yine kaldık, bir dahaki sefere beni seçerler mi acaba?" diye dusunen veya koca dişlerimiz arasında öğütüleceği için "eyvah onu da aldılar, sıra bize geliyor" diye korkanları var mıydı acaba? Kaynar suya atılan makarnaların çığlığı bizim duyabileceğimiz kadar güçlü değildi belki. Aynı bizim zamanında defalarca umutsuzca duyurmaya çalıştıklarımız gibi.

    Yanlış ellerde yoğrulduk, pişmeden yandık.
    Ne uğruna yaptığımızı sorsalar ha bir parça sevgi, ha para, ne farkederdi ki? Hiçbiri kendi irademizle olmadıktan sonra. Biz iyi huylu katilleriz. Anca kendimizi öldürüyoruz.

    "Bir çocuk gördüm uzaklardan
    Biraz çocuk, biraz adam, biraz hiçti
    Ellerinde yaşlı zaman demetleri
    Daha önce denememiş yeni bir yol seçti"

    Belki...

    https://www.youtube.com/watch?v=Ga3eGUmW7Io

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yine de öldürmüş sayalım bir şeyleri.
      belki içimizde sönmeyen bu ateşe en azından bir esinti oluruz he ne dersin.

      Sil
  8. ben icimdeki birçok seyi ölmüş farzederek ayaktayim, en güzeli bu bence... bir onu öldüremedim ,sonradan anladım ki ,bana güç veren oymus
    yazın cok güzel olmuş, yüreğine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederiim
      ahmet abi diyor ya;"içimde ölen biri var.."

      Sil
  9. Çocuklar ve hamur, benzetme çok güzel. Ama yedi teyzeyle yirmi küsür yeğen meselesi süper ötesi. :) Bayıldım. Hatta empati yapınca böööle bi afakanlar basmaya başladı bi an. :P Sevgiler... :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O afakanlardan bende çoook var, boşver sen düşünme :)
      teşekkür ederim
      sevgiler benden (:

      Sil
  10. Cocukların dolu dolu yaşamayı ümit ettikleri dünya tedirgin ediyor beni sonra gördüğüm o minik eller,boyacı olanlar veya mendil satanlar genzimi yakıyor..daha iyi ortamlar yaratmaya çalısmalı onlar icin..en çok onları önemsemeli iyi nesiller için..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gidişat hiçte ılımlı ya da olumlu görünmüyor bana.
      hem çocuklar hem bütün insanlık için

      Sil
  11. Çok korkunç Tolga. Gerçekten çok haklısın. Suriyeli çocuklar ve kinleri konusunda. Büyüdüklerinde kin dolu ve korkusuz, kaybedecek hiç bir şeyleri olmayan tehlikeli insanlara dönüşecekler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok değil, bi beş sene sonra filan "ne yazık ki haklı çıktım" diyeceğim, ilk kez bu kadar eminim..

      Sil
  12. çok korkunç son'un bir hikaye konusu olarak kalmasını arzu ederdim:(
    ancak tolga,ben çok çocuklu işçi baba,ev hanımı annenin evladıyım,çocuk aklının etrafa her türlü duygularla bakabildiğini kendimden ve çevremden biliyorum.tabi sıcak evde olup da her telden düşünmek kolay,sokakta kalan her canlının biçare olduğunu düşünüp canı acıyan insanlar da az sayıda olmasa,hiç bi can düşkün olmaz,düşmez!
    sen ne kadar etkileyici yazıyorsun tolga,
    eline sağlık
    sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tanrı'nın evlerinin yaşam koşulları çok ağırdır. O yüzden onların da doğası gereği zaten sert olurlar, bir de yokluk eklenince işin içine.. iş zaten o zaman karışıyor.
      teşekkür ederiim.

      Sil
  13. "predestination" izlemediysen öneriyorum ;)

    YanıtlaSil
  14. ah bi de şimdiki çocuklar..
    neyse sustum..

    YanıtlaSil
  15. satılık, bebek ayakkabısı, hiç giyilmemiş. Hemingway

    seni okurken saate dikkat ederim genelde ama bu kadar hazırlıksız yakalanmamıştım.
    hayat mı ağırlaşıyor, sen farkındalık dozunu mu artırıyorsun? gerçi hayat hep böyle ve sen hep farkındasın.
    üzülerek ekliyorum bir de, haklısın. o kadar zaman almaz bile hatta.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. olum az önceki postta sana dinlettireyim diye açtım "kimseye etmem şikayet"i, mafoldum ya.
      hayat git gide ağırlaşıyor.
      hemde fena.

      Sil