30 Eylül 2018 Pazar

Nilüfer






“Zamanın eli değdi bize” diye kulaklığında çalan şarkıya eşlik etti Çetin metronun kapısı açılırken. Kulaklık takılı olduğundan acaba sesli söyledim mi diye tekini çıkartıp aynı ses tonuyla şarkıyı devam ettirdi; “çoktan değişti her şey..”, geriye taktı. Kimse suratına şaşkınca bakmıyordu. Birinin ona baktığını görmeyeli de uzun olmuştu. İnsanlar gelirdi geçerdi kıyısından köşesinden. Birçok şey söylerlerdi. Dinlemezdi çoğu zaman, belki kimi zaman gülümserdi. Bir organıymış gibi bağlandığı kulaklığını takıp müziğini açardı. Müzik listesinin köşesinde kocaman yeşilce yazan “karışık çal” en sevdiği tuştu. Kimi zaman Neşet Ertaş, kimi zaman Metallica. Olay müziğin evrenselliğinden ziyade dış dünyadan onu koparmasıydı, o yüzden şarkı sözlerine de çok önem vermezdi.
Gayrettepe metrosundan metrobüse doğru gidiyordu tünelin içerisinde. Başını yerden kaldırıp kısa da olsa insanları seyretti. Ne çok acelesi vardı herkesin her şeye karşı. Yere monte edilmiş ve üzerinde giden herkesi biraz daha hızlı götüren yürüyen banda hayretle baktı. Üçe ayırdı bu grubu. Kimisi şuan kendisinin yaptığı gibi adımlarının yarattığı hızla gidenler, yürüyen banda binip yürümeden tamamen aletin çabasıyla gidenler ve yürüyen bantta bile yürüyerek zamana kafa tutanlar.
“Aynı değiliz ikimiz de” dedi şarkıda. Liste başa dönmüştü sanırım, ya da gözlemlediği durumu beynine resmedebilmesi için bir uyarıydı bu. Kimse aynı değildi. Kimisi zamanın kendisini kovaladığını düşünüp acele ederdi, kimisi zamanı kovalamanın hengamesiyle doldurmaya çalışırdı boşluğunu.
Yürüyen merdivenden yürüyerek ulaştı durağa. Bir zafer kazanmış gibi gülümsedi. “Artık geri ver, geri veremezsin aldıklarını” dedi. Beş dakika öncesine gitti aklı, artık yoktu içine sıkışmış olan zamanın zerresi. Önü kalabalıktı. En kalabalığın ilerisine doğru ilerledi, metrobüsün en arka tarafına. Kendince bir çözümleme yapmış, durağa yanaşan birinci metrobüsle onun hemen arkasına yanaşan aracın arasında bir yere konuşlanmıştı. Amacına ulaştığı zaman yeni bir yolculuğa çıkmış gibi telefonundaki programın karışık çal tuşuna basardı. Yeni yolculuklar her zaman yeni başlangıçtı onun için. “Zamanın eli değdi bize” dedi yine kulaklığın arkasındaki büyülü müzisyen. Gülümsedi. Farkındaydı, yapılan her şeyde, kaçtığımız, yanıldığımız, yenildiğimiz her şeyin içinde zamanın eli vardı. Sağ elini zamanın eline değmek istermiş gibi havaya kaldırdı. Dikkat çekmemek için de bileğini sağa sola titreştirerek saatinin yerine oturmasını sağladı. Yaptığı hareket sonrası kullandığı nesnenin de bir saat olması düşündürdü. Kulaklığını çıkardı Çetin ineceği yere iki durak kalmışken. Sırtı kendisine dönük kadına dokunup ona yer vermek istedi ama çekindi. Onun yerine oturduğu yerden ayağa kalkıp sabitçe bekledi. Bekledi. Bekledi. Fark edilene kadar bekledi. İnsanlar; gelirdi geçerdi kıyısından köşesinden. Birçok şey söylerlerdi. Dinlemezdi çoğu zaman, belki kimi zaman gülümserdi. Bir organıymış gibi bağlandığı kulaklığını takıp müziğini açardı. Dış dünyanın sesi müziğe dönmüyordu. Korna sesleri ve insan seslerinin karışımı çıkan ses ürkütücüydü. Adımlarını hızlandırdı. Hızlandırdı. Koşmaya başladı. Kendisini tanıyan birkaç kişiyi hızının verdiği durumdan ötürü pek seçemedi. Ne düşündüklerini düşünecek vakti yoktu. Kaçmak istedi Çetin, yol almak. Hissedebildiği tek güzel şey bir yerlere varamamanın verdiği mutluluktu. Sonsuz bir boşluktaymış gibi çırpıyordu ayaklarını sert zemine. Nefesinin kesildiği an duraksamak zorunda kaldı artık. Nefesi kesilen bir akciğer hastasının oksijen maskesine sarıldığı gibi kulaklığına sarıldı. Karışık çala bastı yine. Bu sefer bağıra bağıra söyledi sözlerini:

“Artık geri ver
Geri verilmez hiçbir yanılgı
Yokluğuma emanet et
Sende benden kalanları
Her şeyi al
Bana beni geri ver
Bir şansım olsun.”