21 Eylül 2015 Pazartesi

Teşhis; Ruh Zonklaması

Damla damla.. damla damla.. akıyor, yağmalıyor, yıkıyor, zehirliyor, kusuyor. Damla damla.. damla damla.. yakıyor, köreltiyor, acıtıyor. Damla damla.. damla damla.. damla damla.. geçiyor, eskitiyor, savuruyor. Uh! Nefes almadın mı? Uh! Bir ses duydum! Uh bana bir şey kalmadı, bari nokta koyayım. Aaa şimdi anladım. Aaa şimdi gördüm. Aaa bende diyorum bu ne diyor. Çok mu karışık oldu sence? Bence çok karışık oldu? Karışık oldu çok bence. Tamam tamam, eskitiyorum. Tamam tamam, azaltıyorum. 

Yok, şok bitti. Hayır, bitemez! Sen kimsin? Kelimeler! Şart mı? Neye göre! Gidiyorum.. kime göre?
Damla damla.. hayda! Yok, bu o değil. Ama yan yana? Kes şu soru kipini. Şart mı? Yine geldi, bu nasıl! Sert, çok sert. Virgül yumuşattı, daha iyiyim. Başlayabilir miyiz? Olmuyor, tekrarlayacağım. Pekâlâ. 

Damla damla.. hayda! Tamam şimdi hafifti. Zehirliyordu ki sesimi duydun. Daha az yazsın diye kısmıştım. Saçmalama! Karıştırıyorsun. Bu o değil. Kanın akıyor, sen tütün sarıyorsun. Öyle demediler mi? İkinci paragrafı tekrar oku. Tamam. Şok bitmiş, damlalar göğe erişmiş, yıldızlar leylak topluyor. Çok karışık oldu bu, kimse anlamaz. İşte bu, doğru kelime; “anlamaz” anlamıyorlar – anlamayacaklar – anlamamalılar – anlayamayacaklar – anlaşılmayacaklar – anlatamayacaklar – atacaklar – atsınlar – atın – dur, dur, dur, dur. Tamam, duracağım yeri belleyemiyorum. Çok damlattılar. Acıta acıta oluyor sonraları bu. Bir neşter var içimde her gün biraz daha büyüyen ve keskinleşen. Nefesim kanıyor, durduramıyorum. Acilen şok aletine ihtiyacım var. Haydi ama, bir cümlelik daha mecalim kalmadı, şimdi çıkmayacaksan ne zaman çıkacaksın. Kanıyorum. Arıyorum. Sanıyorum. Cümlelerim kısalıyor, neredesin! Ah, durdu sanırım. İki ucu keskin bir neştere gebeyim. İçimdeki nefret tohumlarını yok etmek için yutmuştum. Yalan atıyor hakim bey! Hey, mübaşir, at bunu çabuk kelimelerin arasından. Atamam, satamam, katamam. Üzgünüm. Hangimiz? Kanıyor yaram, görmüyor musun. Hakim bey, saçmalıyor, kanayan yarası değil kendisi; lütfen sanığa bir kan olduğunu söylermisiniz. Sen zaten bir kansın, oluk oluk akıttığın şey nefretin. Bu kadar nefreti barındırmak senin lanetin. Kurtulu…. Hayır hakim bey, cümlesini tamamlattıramam. Kurtuluş semtinde oturup kurtuluş apartmanının balkonundan ayak sallandırmak gibi bir şey bu. Bakın, ne kadar saçmaladım. 

Durun, siz kimsiniz hangi ara çıktınız. Hakim, mübaşir; kan! Gül, diken. Hey! İpucu verme. Bilmem anlatabiliyor muyum? Seviyorum diyor hakim bey duyuyor musun, ağlıyorum diyor peşine görüyor musun? Bir yerden çıkaracağım bunu. Ben kimdim? Nefret mi? Değil! Kimdim ben, yine mi arayış, yine mi kaçış, yine mi haykırış. Değişmiyor hakim bey, değişmeyecek. Çok saçma bir romana dönecek bu yazı. Noktalama işaretlerini geri çekip anlamsızlaştıracağım her şeyi; kendim gibi. Bir hiçim ben, hiçliği bile yok edecek kadar bir hiç. Gidiyorum, sabahları kayısı kurusu eşliğinde sıcak su içip şu neşteri sıçmalıyım. Ruhumu ele veriyorum, lütfen onu saklayın. Tok karnına pek huysuzdur aldırmayın. Sevmedim bunları. Bende. Ne yapalım o zaman? Bilmiyorum. 

Damla damla.. damla damla.. akıyor, yağmalıyor, yıkıyor, zehirliyor, kusuyor. Damla damla.. damla damla.. yakıyor, köreltiyor, acıtıyor. Damla damla.. damla damla.. damla damla.. geçiyor, eskitiyor, savuruyor. Ah! Nefes aldım Ah! Bir ses duyamıyorum! Ah her şey bana kaldı, bari bir virgül koyayım. Aaa şimdi anladım. Aaa şimdi gördüm. Aaa bende diyorum bu ne diyor. Çok mu karıştım ben kendimle? Bence çok karışık oldu? Karışık oldu çok bence. Tamam tamam, eskitiyorum. Tamam tamam, azaltıyorum.  Tamam, artık bitti.m.


14 Eylül 2015 Pazartesi

Bir Zemher ki Sorma


Sustukça çoğalıyor,
Sustukça değere biniyor yalnızlığım
Dört mevsimi tek nefeste yaşatıyor
Bir yanım mavi yosun içimde çığlık çığlık rutubet kokan..
Sazlıkların hışırtısı ürpertiyor tenimi.
Bir zemher ki içimde(sorma)
Zangır zangır titretiyor..
Yalın ayak toprağa basılmıyor benim coğrafyamda
İçimi ısıtacak bir gülümsemeye hasret körlüyorum is kokan benliğimi..

Küçük yüreklere
büyük acıların yüklendiği yer burası,
Zifiri karanlığı ayrınlatıyor sonu ünlemle biten cümeleler.
Anlamını yitirdiğimiz bir oyun oynanıyor soylu sevdaların yoksul tekelinde
Sigara dumanıyla eş değer ilerliyor yağmur taşıyan bulutlar
Bir tufan ki sorma
Leb demeden kopup gidecek
Alışmak nedir bilmeden bizi silip süpürecek..

Enkaz altında kalacak söylenemeyenler..
Sesimi duyan varmı diyecek rüzgar
Sesimizi duyan var mı (yine rüzgar)
SESİMİ DUYAN VARMI! (bu ben)
Azalacak,
Azaltacağız
Yoksulluğumuz elimizi yakacak
Sıcak bir nefese hasret uzanacak eller küllenmiş hayallere..

Ilık bir yaz akşamı diyeceğiz yine
Bir gün yine böyle diyeceğiz;
Sazlıkların arasından,
Bütün türkülerin kıyısından sesleneceğiz.
Uzayacak gökyüzüne eller
Ünlemler diriltecek gökyüzündeki soluk mavilikleri.
Yol üstü pervanelerin yalnızlığı dönecek sol yanımızda...

Hava da adamakıllı soğudu,
Kış ha geldi ha gelecek
İyi ya, yalnızlığımıza bir bahane daha çıktı...

t.yazıcı
13.09....
ne demek çay yeni bitti!

9 Eylül 2015 Çarşamba

Saklambaç



“Bir insan daha ne kadar batabilir olum, şu haline bak” dedim, karşımda gülen gözle bana bakan Mustafa’ya. Bir şey diyecekti, vazgeçti. Yüzünde on saniye boyunca hem dünyanın en kahırlı insanını yansıtan hem de dünyanın en neşeli insanının sureti vardı. Bu ikisi bu dünya için çok fazla be! Bunun gerçekleşmesi imkansız* değil!
Bir nefes daha aldı amına koduğumun cigarasından. Dünyanın en korkak, en saf, en iyi niyetli insanıdır Mustafa bakmayın dünyanın gelmişine, geçmişine küfrettiğine. 

Zamanında önce çevremdeki sonra dünyadaki deli insanların delirme hikayelerini araştırdım. Hem de baya baya araştırdım. Bir roman yazmaktı bu araştırmamdaki sebep. Bir yetmiş sayfalık bir şey çıkardım, sonra vazgeçtim. Toplasan 2 gram aklım var, baktım o da götüm götüm gidiyor, dedim olum tolga dur, hakikaten dur. Sen onları anlayamazsın. Sen hakikaten kaybetmişleri anlayamazsın. Tamam, bana da çoğu insan deli der ama kısa bir mıknatıs görevi gören kafam aklımı az çok tutuyor düşüp gitmesin diye.
Bu ülke darbelerden darbe gören anaların ağıtları yüzünden bir türlü götü doğrultamıyor. Bütün ağıtların, işkencelerin ahı dolanıp duruyor etrafta sessizce. Mustafa’nın ailesi de onlardan biriydi. Önce babası, sonra abisi kayboldu. Babası bir daha gelmedi. Ne ölüsü, ne dirisi; hiçbir şekilde haber alamadılar. Abisi altı ay sonra eski bir pikapın içinde onaltı kişi ile birlikte getirilip köylerine atıldı. Kiloları gibi aklı da gitmişti Hüseyin abinin. Bir kuş sesinden bile korkar olmuş. Kapatmış kendini aylarca işkence gördüğü zindan gibi odasına. Bir daha çıkmamış oradan ölene kadar. Öldüğünü üç gün kimse anlayamamış. Sessizce ölmüş Hüseyin abi. Ölürken bile ses çıkarmamış. Kim bilir belki kendi sesinden bile korktu senelerce. Gördüğü işkenceyi bir türlü atlatamadı.

Zamanında kpss sınavına girdiğimde annem sosyal medya hesabından sürekli akp yanlı şeyler paylaşmaya, tayibin fotoğraflarını beğenmeye başladı. Kendisi de bir sol partiye üyedir. Sordum bunu ona. “Komunist komunist şeyler paylaşıyorsun oğlum, bir de benim yüzümden başın yanmasın.” Dedi. O seksenlerde yakılan ağıtlar, dökülen gözyaşları birden yüreğime oturdu. Tonlarca ağırlık hissettim bedenimin içinde. Bir şeylerden vazgeçmiş gibi dökülmeye başladım. Sanırım kaybettiğimizi ve boyun eydiyimizi ilk o zaman anladım.

Çocukların öldüğü bir dünya resmediliyor artık gözümüze sokula sokula. İnsanlar hala gülecek, eğlenecek şeyler buluyor buna rağmen / gülecekte. Her şey geçecek, unutulacak; ancak yerine yenisi gelince eski hatırlanacak. Suruç’ta parçalanan o genç yüreklerin acısı geçmeden nice acılar ekleniyor. Ağlayan hep analar oluyor. Küçük bir çocuk ölü bir balık gibi karaya vuruyor. Yok olduk biz, eskiyoruz; eksiliyoruz…

Sağ elinde tuttuğu Tuborg gold’u içmeyi denedi, ağzını tutturamadığı için yarısını omzuna döktü Mustafa. “Benim babam terörist değildi dimi moruk” dedim. “Değildi kardeşim” dedim. “Benim ağabeyim bir terörist değildi dimi” dedim. “Değildi kardeşim” dedim. “Peki niyeeeeeeeeeeee” diye uzunca bir bağırdı, peşine “biz neyiz peki moruk” dedi. “Bizler birer hiçiz kardeşim” dedim. Cigaralığa çok sağlam asıldı. Ayağa kalkmayı denedi, üçüncüde başardı. Gökyüzüne doğru bakıp bütün iç organlarını titrete titrete seslendi; “Orada olduğunu biliyorum Tanrım, sende haklısın böyle bir dünyayı bende yaratsam, bende gizlenirdim.” Dedi. Bana doğru dönerken düştü. Hiçbir şey olmamış gibi “sen Tanrı olsan saklanır mıydın moruk” dedi. “Saklanırdım kardeşim” dedim. “Sende haklısın” dedi. İkimizde sustuk. Gökyüzünden gelen ve ciğerimizi deşen o ağıtları dinledik.

3 Eylül 2015 Perşembe

Bi bakın hele


"Haydi blog ailem,yapmaniz gereken sey cok basit: Mutluluk bulastiracagiz,minicik ellere sicaklik olacagiz,utangac gozlere kocaman gulumsemeler yayacagiz!
Sevgili minikler yazilanlardan baska hic bir sey kabul etmiyorlar.Her hangi para yardimi ya da yazili seyler disinda hic bir sey kabul edilmiyor.
Tum takipcilerim mim'lidir.
Hazirlayin zarflarinizi postlarinizi bekliyorum.
En eglenceli mim olacak ne dersiniz?
Hoşça kalınız efendim.."