14 Aralık 2020 Pazartesi

Kimseye Etmem Şikâyet

 

hikâyem 4 Aralık 2020 tarihinde oggito öyküde yayımlanmıştır.

link: https://oggito.com/icerikler/kimseye-etmem-sikayet/66047 

---


Zaaarrrrr, zııırrrr

Ulan, diyorum, bu alarm dediğin titreşimde nasıl olabilir. Atıyorum elimi gelişi güzel yandaki masaya telefonun herhangi bir tuşuna basarak susturmak için. Bu namussuz dokunmatik telefonların da bu durumu kötü, susturamıyorsun. Alıyorum elime telefonu tek gözüm ağlamaklı, diğer gözüm uykusuzluğa söverek aralıklı. Hasss diyorum, seslice. Duvarda, odalarda, boşlukta yankılanıp duruyor bilinçsiz tepkim. Saat on olmuş, telefonu aydınlatıp wifiyi aktifleştirince adımın etiketlenip gelen on iki whatsapp mesajı. Patronun araması hayra alamet değil, o aramaz, varsa ihmal bir uyarır ikincisinde siktir çeker. Ben birinci evreyi çoktan tamamlamıştım. Telefon elimde, iki gözüm de artık dünya gündemine döndü, şaşkınlıkla ekrana bakıyor. Ekranda “Fucker Boss” yazıyor. Gülüyorum, bu beni hep güldürüyor. Daha üniversite hazırlıktayken kararlaştırmıştık arkadaşlarla. Herkes patronunun ismini, ne olur, nasıl olursa olsun böyle kaydedecekti. Ben tuttum sözümü, diğer götoşlar kesin yan çizmişlerdir. Gerçi Aykut’un hakkını yemeyeyim şimdi… Bu dingil bir online toplantıda ekran paylaşımını açıyor, whatsappın masaüstü uygulaması açık tabi, patronu diyor ki bakın Aykut Bey, sizlere gönderdiğim afişteki gibi olmasını istiyorum görselin, açabilir misiniz?

Laps! Herkesin gözü ekranın sağ altında. “Hardcore Fucker Boss” çıkıyor nal gibi ortaya. Ayı herif! A1’de kalmana şaşırmamalı. Porno sözlüğü de kullanılmaz ki olum. Karşısında tabi şirketin taşaklıları… görüyor, gülüyor, eğleniyor ama sonra kovuyor. Öpülen taraf Aykut oluyor. Patronlar hem öper hem züker. 

Açıyorum telefonu hızlı hızlı. Nerede kaldın amına koyayım, online toplantıya da geç kalınmaz be arkadaş, diyor. Sinirlenmiş. Bir şey uydurmalıyım. Uydurdum. Diyare olmuşum efendim üzerinize afiyet, diyorum. Patronlara efendim demeniz lazım, bir de bir şeylerden, özellikle kötü şeylerden uzak durmaları için “üzerinize afiyet.”

Cırcır fikri işe yaradı, yumuşadı, soluk aldı. Haa, tamam, e mesaj atsana olum halden anlarız herhalde. Konuyu çirkinleştirdim, detaylandırdım, altıma sıçtım, dedim. Uzatmadı. Toparlanabilirsem ve virüssüzsem ofise gidecekmişim. Gittim. İnandırıcı olsun diye sarı leblebi ve kutu kola ile girdim ofise. Herkese söylemiş pezevenk, biraz geyik yaptılar, bazıları coronayımdır filan uzak durdu. Herkes için küçük kaplara doldurulmuş çerezlerden yiyorlardı. Bizim fucker boss yaptığım tasarımı çok beğenmiş, tebrik ettiler, kutladılar. Bu dar zamanda çok iyi bir iş teklifi almışız, iş paylaşımı yapacakmış, evden çalışacakmışız, biraz yoğun olacakmışız, iki haftada bitmeliymiş, nasıl olsa evdeymişiz, sabah akşam girişebilirmişiz, mesai derdin yokmuş. Hee tabii tabi yok, dedim içimden. Teknoloji geliştikçe köleliğin de sınıflandırılması şekillendiriliyor böyle. Modern köleleriz artık biz. Yine Türkiye’nin durumundan, işsizlikten bahsederek ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlattı. Çaktırmadan gözdağı veriyor pezevenk. He, he diyoruz hep birlikte, tabii kurumsallaşmış bir he, he bu. İş bitince ve konuşacak bir şey kalmayınca hep olur, konu bana gelir. Kaç yaşındaymışım, tek yaşıyor muşum, yok muymuş olum hayatımda biri, hovardalık yap yap nereye kadarmış, bakacakmışım Mehmet’e, evlenmiş iki çocuğu olmuş, hayat-toplum-aile kavramım oturmalıymış. Yok muymuş hayatımda biri diyor genel sekreterin sekreteri. Yuh! Bu ne lan, nasıl toplantı bu. Aaaa, yapmamalıymışım. Biz aile şirketiymişiz, düşüncelerim onlar için önemliymiş. Bilmiyorum, diyorum.. İnanın bilmiyorum. Ben kayboluyorum bu konuların içerisinde. Hem yalnızlığa bir hastalık gibi niçin bakılır ki? Kimseye etmiyordum ki şikâyet, ağlıyordum arada halime, o kadar. Bütün bakışların ağırlığı öyle binmişti ki boynuma sendelemiştim. Herkes sus pus. Sanki ağızlarını açsalar söylenenen cümlenin etkisi gidecekmiş gibi. Hah, dedim, aynı böyle dedim. Şaka yahu, kinaye yapıyorum. Ciddi bir şeyler söyleyeceğim hiç akıllarına gelmemiş zağar. Niye olum, her insan kaybolmaz mı kendi açtığı boşluğun ortasında. Seslenmez mi ortalığa avazı çıktığı kadar boşluğun boyutunu kontrol etmek için. Yankı. Nasıl? Nasıl, nasıl? Ses iletken değil midir? Kütlenin ağırlığına çarpıp ya yön değiştirir ya durur. Peki durmak nedir? Nasıl nedir? Durmak, tamamlanmış bir yolculuğun soluklanmasıdır. Ne yani, ben şimdi yolu tamamladım mı demek oluyor bu.

Kaybolmak mı kötü olur böyle zamanlarda yoksa kendi açtığı boşluğun farkında olmak mı?

Aman ya, neler diyorum. İyi ki söylememişim bunları. Sonra aman efendim, işime gelince böyle cümleler kuruyormuşum madem neden sloganlar için editöre para ödüyormuşuzlar, kitap yazsanalar, var sende bir ibnelikler gibi yarı mahalle kahvesi yarı kurumsal şirket geyikleri dönecekti.

Amaaan, dedi, fucker bossun karısı. Genç adam, bırakın yaşasın hayatını, nasılsa tek yaşıyor, yaşa gitsin oğlum, boşver, bir daha mı geleceksin dünyaya. Aşk ve seks hayatımın irdelenmesi hoşuma gitmişti, keyiflenmiştim. Soru sorulmadıkça bir sorun yoktu. Karşıda Alev bakıyor ters ters. Bacak bacak üstüne atmış, yere temas eden bacağını titreştiriyor. Huzursuz bacak sendromu var bunda. Seks yapabilme ihtimalime katlanamıyor. Kadınlar neden her erkeğin kendileri ile seks yapabileceğini düşünüyor anlamıyorum. Amaaaan, demişti, o gün Alev. Şurada bir bara gitsem, sence boş geçebilme ihtimalim var mı? Kadınlar seks konusunda asla aç kalmaz. Haklıydı. Bize geçmiştik.  Ona dün yaptığım ıspanaklı böreği ikram etmiştim. İnanmamıştı benim yaptığıma. Börekçinin poşetini veya kartonunu aramıştı çöpte. Birkaç küfretmişti içkinin de etkisiyle. Plaklarımı karıştırmış, kitaplarımın yerlerini değiştirmişti. Yanaşmıştı. Yanaşmamıştım. Arkadaşlığımız zedelenmezmiş, toparlayabilirmişiz eğer bundan kaçtıysam. Benden çok hoşlanmış. Bu boşvermiş tavırlarım çok etkileyiciymiş. İstemedim. Anneme küfretti. Ulan kadının ne suçu var! Kendimi bir bok zannediyormuşum. Sayacaktı, saymıştı da bir sürü bir şey, alışmıştım. Evden çıkarken “sen kimseyi sevemezsin” diyerek çıkmıştı. İlk o zaman fark etmiştim boşluğumda kaybolduğumu. Biliyordum rotasızdım kendi içimde. Ağlamaklı olmuştum. Birileriyle konuşmak istedim o an. Arasam Alev’i, çağırsam, borsadan bahsetsem, yaptığı işin zorluğundan, çocukluğundan… küfretse yine, anamdan sıkılıp başka cihanlara… amacın ne dese. Boşluğumda kayboldum, körolası çöpçüler desem. Yavaş yavaş beynimi zonklatan ve beni yok eden bu durumu anlatsam. Anlasa, siktir çekse, rahatlasam.

Eve geldim. Ulaşılabilirlik konusunda bulunduğum birimden ayrı, şirketten ayrı mesaj ve e-posta aldım. Uzaktan çalışıyoruz diye götümüz başımız oynamasınmış, kritik bir süreçten geçiyormuşuz.

Aldım telefonu elime, sabahki zoom toplantısını kaçırmayayım diye üç ayrı alarm kurdum. Yarın sunum yapacaktım. Rehbere girdim, patronumun ismini “Hardcore Fucker Boss” olarak değiştirip uyudum.

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Cenovalı Marya



Mermerdense tahta bir yerlere oturmak nedense hafifletiyor beni. Yok, boşa altında bir şey arama, düşünmemek için yeni düşünceler üretiyorum kafamda. Görsen kızarsın bu halime, unutamayışıma, tekrar edişlerime, aldanmalarıma, kaçmalarıma. Şimdi önü adamakıllı tozlu bir bar taburesinin üzerinde oturmuş soda limon içiyorum Marya. İçtiğim şeyin sert bir içki sanılması hoşuma gidiyor. Bazen, özellikle çevredeki kalabalıklar artınca, bakışların; ensemde hissettiğim  gözlerinin arttığını hissettikçe sertçe çekiyorum bir yudum. Sen bilmiyorsun ama ben bütün acizliklerimi sert asitli mineral suyla, limonun da bıraktığı asitleri harmanlayarak tek fondiple içtim çoğu zaman. İnsanlar şaştı Marya, nasıl olur da her gün buraya gelip, bardak bardak o cintonik görünümlü içkiyi içip hala midemin nasıl böyle sağ kaldığına. 
Sen hiç terk edilmeden terk edildin mi Marya? Attığın postalar, mektuplar geri döndü mü sana. Birikmiş özlem mesajları bumerang gibi yapıştı mı tenine? Unuttum sandığım anlarda, yazdığım yazılarda çıktın karşıma. Gerçeklikten beslenmekten kaçınan ben, hakikatin peşine düşüp hikâyeler türettim senden habersiz. Bir lanet gibi yarısı kırılmış çocuk oyuncaklarını izledim. Sararmış kitapları okudum. Hayatı seyretme hastalığı senden sonra başladı Marya. Şimdi cümlelerimde bir yüklem görevindesin. Öznesiydin paragraflarımın. Nesne oldun, fiil oldun ve şimdi sondasın. Sırf cümlenin içine seni gömebilmek için yeni diller öğrendim. Her dilde farklı yere koydum. Hepsinde tek bir anlamın vardı. Unuttum. Bildiğim bütün dilleri unuttum yok ol diye. Ah bu düşüncenin evrensel dili... 
Şimdi, ağır ağır ilerlediğim bara girip, her zamanki köşeme çekilip cintonik görünümlü sodamı içeceğim. Gönderdiğim ve bana doğru gelen, mektuplarımı sodanın içine atıp sindireceğim. Suskunluk yorucu Marya, aynı zamanda aldatıcı da. Neyse, soda geliyor. Barmen kızla yine göz göze geliyoruz. Sen bilmiyorsun ama geçen ay onunla seviştik. Beni kendi evine götürdü Marya düşünebiliyor musun? Bu kadar güvenilir bir tip olmamalıyım. Sodanın insan karakteri üzerinde naifletici bir yanının olduğunu bilmiyordum. Aletimi senin düşlediğin gibi kavradı, senin gibi bağırdı, konuştu. Çok konuştu. O sen miydin? Bir daha da ne o teklif etti, ne ben. Bir anne gibi davrandı peşi sıra günlerde Marya. Ben annemi düzmeyi hiç düşlemedim. Ama o öyle hissettirdi. Görüyorum onu, hiç yaşanmamış gibi hiçbir şey. Sahi yaşadığımız şeyin salt geçerlilik yanı nedir? Bir düşünce ile tüm evreni yıkabiliyorsam, aynı düşünce bana olanları düşündürtüyor olamaz mı?
Yoruldum Marya. Aspirinli su getirmiş bana, iyi değilsin, dedi. İyiyim, dedim. 
Sahiden iyi miyim?

19 Mart 2020 Perşembe

Üçüncü Kitabım "Aynalar" Yakında

Selamlar,
Evet, burayı biraz ihmal ettim ama tutturduk bir yazma işi, kapılıp gidiyoruz. Uzun yıllardır kafamda inşa ettiğim bir karakteri yazdım bu sefer. Öykü de denilebilir, kısa roman da. Huzurlarınıza gelmesi yaz sonunu bulabilir.

Sevgiler :)


Tanımadığı insanların düğünlerine, cenazelerine gitti Galip. göbek ve toprak attı, teselli etti ve kutladı. ayırt edemedi Galip, iyi ve kötü, güzel-çirkin, yaşam-ölüm. seçemedi hangisinde olduğunu. sorulduğundan değil seçim yapmak zorunda olduğundan. bu yüzdendi ya ona bu adı verip çekip giden annesine bir çift söyleme fırsatı dahi verilmemişti. konuşmadı Galip, konuşamadı.