29 Haziran 2013 Cumartesi

İstanbul , ey İstanbul ey.. Acılar Kraliçesi!


90'ların sonları
Okudğum ilkokulun karşısına bir otel yapılıyordu , uzunca bir duvar örmüşlerdi önüne .
Hergün türlü türlü aşkların isimlerini görür , imrenirdim..
O zamanların modası herkes duvarlara spreylerle sevdiğini yazardı. Eskiler sağ sol davalarını duvarlara yazarken ondan bir sonraki nesilin sağlam aşk yaşadığı yıllardı . ‘ Kahrolsun Faşiszm ‘ in yerine o zamanki moda olan Cengiz Kurtoğlu’nun şarkısından kesitler yer alırdı
Kaderimsin , Liselim , Küllenen aşk gibi..
Birden tüm cesaretimi topladım .. kolay iş değil bekçi yakalarsa sağlam dövüyordu duvara yazı yazanları.. önce etrafı iyice bir kolaçan ettim , etrafın serbest olduğunu kavrayınca
hemen aklıma kuzenimin süet ayakkabı boyası geldi . Rengi açık kahverengi gibiydi . Bir koşu gidip aldım spreyi . Büyük heycan ve korku içinde duvara “ Seni hep seveceğim “ yazdım ona..
Ondan sonraki gün bu yazıyı görecekti ve ben karşısına geçip “ Gerçekten beklicem “ diyecektim. Evde ayna karşısında bir çok kez tekrarlamıştım bile ..
Sonraki gün büyük heycanla okula gittim , duvara bir göz attım benim yazı yok yani varda yok.. Nalet olası sprey nasıl bir şeyse resmen yok olmuş yazdığım yazı..
Ben hayatımda o kadar boynumun büküldüğünü hiç hatırlamıyorum , resmen içime işlemişti onu bekleme isteğim yerini pişmanlığa bırakmış , şuan ne yapıyorum – neyin peşindeyimi sorgulamaya başlamıştım..
Ondan sonraki iki hafta , onların evinin karşısında beklemedim. Yokluğumu fark ettimi bilmiyorum ama “ ilk aşk “ denilen duyguyu bu nalet sprey yüzünden yaşayamadım.
Bir daha karşısına çıkabilecek cesaretide birtürlü kendimde bulamadım.
Şimdiki gibi kolay yaşanmıyordu aşklar , ben ona bir kere olsun “ seni seviyorum “ diyemedim ama 99 yılında evinin karşısına “ Seni seviyorum “ yazan bendim.

Ve yıllar sonra aklıma gelmişti . o günlerde yazdığım küçük bir yazıyı paylaşmak istedim..

Istanbul, koca keşmekeş,
İçi dışına çıkarılmış sevdaların, yüzlere işlediği bir öfke gibi bakıyor bana..
Korkutulmuş çocuklukların gizlendiği gözlerde umudun türküsü besteleniyor
Istanbul, hafızamın işgal kuvveti..
Gümüş balığının ışıltısı gibi cıvıl gözlerin,
Deniz analarını seyrettiğim Menekşe Sahili,
Yırtık donlu plaj sefaları ve faşizmi kahreden duvar yazıları..
Istanbul, eski çok eski bir masal kahramanı,
Gözü kara delikanlıların cirit attığı,
Parke taşlı yolların cumbalı evleri ve yüreğime çarpan o dalga sesleri,
Hüznümün doğusunda kaldı artık..
t.yazıcı

20 Haziran 2013 Perşembe

- CEVAP -



Öylesine ıssız ve yalnız,
En olmadık anında sessizliğimin,
Seni anımsadım..
Su an ne yapıyor, nasıl yaşıyor diye düşündüm,
Beni hiç düşünüyor mu diye sordum kendime,
Cevabını alamadım..
Benim gibi bir delilik etse,
Atlasa uçağa buraya gelse, yanıma,
Bana sarılsa, özledim dese,
Ne verebilirim ona diye düşündüm,
Hiçbir şey bulamadım..
Bir mucize olsa, beni anlasan,
Beni arasan, yazsan, üzülme desen,
Olur mu dersin, böyle birden bire,
Apansız beni şaşırtsan,
Beni anlamasan da..
Ya da anlayarak yalnızlığımı,
Gülsen bana,
Kızsan, nefret etsen keşke,
Kapatıp tüm kapıları,
Hapsetsen bir ömür boyu..
Ve ben yine sorsam kendime,
Beni hiç düşünüyor mu diye,
Yine cevap alamasam..

t.yazıcı

17 Haziran 2013 Pazartesi

İyi Heceler..

Her şey ne güzel başlamıştı oysa ki; “Zaman” ı atlattığımı düşündürtmüştü bana.
Bir an için beni yönettiğini beni ele geçirdiğini unutmuş bir şekilde haykırmıştım sana “İyi heceler” diye..

Ne zordur düşüncenin dilini çözebilmek bilirmisiniz. Ne zordur iki bağlaç arasında sıkışmak. Ne zordur birleşik kelimeleri ayırmak. Türevleri , tümleçleri , özneleri , yüklemleri ayırmak ya da oluruna bırakmak.

Denize karşı bir bankta saatlerce sessizce oturan insandan korkun; o insan kelime kusar , cümle sıçar. Dikkat ederseniz ilk ağzından çıkan sözcükten önce ağız ve göz aynı anda hareket eder. İkisi de önce bir açılır. Üç beş saniye bekler; saatlerce içine sindirdiklerini dışarıya doğru üfürür , bu nefes diğer tüm içine atılanlarla birleşir ve gökyüzüne doğru yol alır.
Biz insanların en büyük avantajı bu sessiz nefesi gece gökyüzüne bakarak görebiliriz. Parıl parıl parlarlar. Bazılarımız onlara “yıldız” deriz.
Sonra ilginç bir şey olur ve o içinde tutunanlar bir hamlede dışarıya bırakılır , ve bir çift göze söylenir. İşte o zaman bir sözcük (yıldız) kayar. Ve bir dilek gerçek olur diğer dileklere nispet yaparcasına..

Kelimelerin anlamlarını çözmek zordur. Ne diyordu ; “kelimeler bazı anlamlara gelmiyor..”
Hakikaten gelmiyor.
En kabası ; Sevişmek ile sikişmek arasında ki pis anlamdaşlığa bakarak. Sevmek / sevişmek. Ya sevişmek ? şşşş ayıp ayıp.
Toplum içinde bir bayanın kafasını gözünü kırabilirsiniz hiç çekinmeden. Bu sizi ahlâksız ya da şerefsiz yapmaz. Ama bir bayanı öperseniz , bu sizi alçak şerefsiz biri yapar.
Ne demiştik kelimeler değil mi ? Görüldüğü gibi bazı şeyler bazı anlamlara gelmiyor.

Bu harf kalabalığı bu uzun cümleler bu pervasız gizli özneler.
Tek tek tutup yıkayın bütün harflerinizi. Ve kırmızı bir çamaşır ipliğiyle yenileyin / kurutun.
Onlara iyi bakın olur mu.
Bu harf kalabalığını iyi organize edenler öyle azaldı ki. Siz de yitip gidenlerden olmayın.
Hadi size “iyi heceler..”

12 Haziran 2013 Çarşamba

- GECENİN BİR VAKTİ - [ Tüm Seri ]



Bloğumu takip edenler bilir. Bundan 3-4 ay önce filan bi gaza gelmiştim. Hergün "Gecenin Bir Vakti" ile başlayan ve o gece için içimden geçenleri yazmıştım seri halinde. Sonradan onları toplayıp tek olarak vericektim ama unuttum. Hazır aklıma geldi paylaşayım dedim.



-GECENIN BIR VAKTI-

Gecenin bir vakti düşmüşüm yollara, duygu sömürmüşüm,
İçimde tuhaf bir burukluk..
Eski bir türkü terennüm etmekte dudaklarımda,
"Mektup selam söyle benden sılaya, Söyle benim için de eller ağlasın oy, Yıkılası dağlar oy.. "
Hayyam`ı dinledim bu aksam, Ahmed Arif`i,
Hem de mum ışığında,
Hem de elimde bir şarap kadehi, yanımda bir melek,
Anasını satılığa çıkardığımı dünya fark etmemiş olsa gerek..
Hala yaşıyorum, üstelik, acemi bir şair müsveddesi olarak bu gecenin şiirini yazıyorum, Ve dilimde eski bir türkü terennüm etmekte hala..
 "Eledim buğdayı seçtim daneyi, Bu gönül de sevdi o bir daneyi oy, Zalim eller oy...."

 Gecenin bir vakti,

Yorgun olduğumu, yaralı olduğumu unutup,
Anasını satmışım dünyanın..
Ve o melek elimden tutmasa da alıp bir başka dünyaya götürmüş beni,
Ve yorgun yüreğim gözyaşı kadar sessiz bir türkü söylemekte.
Ve bir genç elinde şarap kadehi,
Mum ışığında duygu sömürmekte..
Bildiğim kelimelerle neler anlatabileceğimi bilmiyorum,
Binbir sene de yaşasam dolu dolu,
Bu aksamı da unutabileceğimi sanmıyorum,
Hani hasret dolu bir mektup almışsın da sevdiğinden,
Tekrar tekrar okuyorsun..
Ya da bir daha dönmeyeceğini bile bile giderken,
Son dakikalar geçmesin istiyorsun..


Gecenin bir vakti,
Düşmüşüm yollara, içimde tuhaf bir burukluk,
Ve eski bir türkü terennüm etmekte dudaklarımda,
"Eğer gurbet ele gider dönmezsem, uzaktır aramızda yollar ağlasın oy, yıkılası gurbet oy " 
Sana yollardaki bir genci anlatmak isterdim ya, zor be canim..
Hani eski bir türkü alır götürür ya bazen, iste ben oradayım,
Hani gözlerim dalar ya birden, bil ki uzaklardayım..
Sana beni bir çırpıda anlatmak isterdim ya,
Ya da sana seni anlatmak;
O kadar sıcak, o kadar sevecen, o kadar hak etmiş bir sevdayı..
Hani aksama kadar çalışmaktan ağır bir yorgunluk çöker ya üstüne,
Hani birden, kendiliğinden, öylesine doğal kapanır ya gözlerin,
Ya da öylesine acıkmışsın ki çalakaşık gidiyorsun çorbaya,
Ve tavsan kanı bir çay yudumlamak sonraya,
Hani sevdiğin bir yemek, bir giysi..
Inan abartma değil benimkisi!
Hani küllenmiş bir yara acıtır ya insanı,
Ya da acı veren bir yaranın küllenmesi gibi,
Öylesine rahat, öylesine doğal, öylesine yürekten kabullenmek seni..

  Zor be canim, çok zor..
Bilirim zordur anlamak beni..
Duygusuz bir insan, boş bir çuval gibidir bilir misin ?
Bilirmisin bakan gözler nasıl görmez, nasıl uçar sevda kuşu
Nasıl konar gönüllere, neler anlatır, neler yaşatır yorgun yüreklere?
Duygu sömürülmez güzelim, duygu paylaşılır.
Duygu anlatılamaz, duygu yaşanır....
Zor, hem de cok zor,
Anlamak, yaşamak, yaşamadan anlamak çok zor..
Gecenin bir vakti bir ömür saklanır göz kapaklarımda,
Sen ister maviş maviş bak, ister yeşil yeşil, ister ela ela,
Görebilmek dünyayı bütün çıplaklığıyla,
Zor be canim..
Görmek bilinç işi,
Yanlış anlama, bir kedi de görür dünyayı, yahut bir kuş..
Sen bir kedinin üzüntüsünü bilirmisin sahiden.
Bir kuş nasıl türkü söyler, nasıl ağlar, nasıl güler bilirmisin..
Bilirmisin insan nasıl şakır bülbül gibi, nasıl korkar vurulmaktan bir serçe, bilir misin? Vayyy be güzelim,
Bilirmisin kızamam kimseye, küserim kendime alır başımı çeker giderim,
Ve büyük yeminler ederim bir daha dönmemeye..

  Anlatamadım sana biliyorum,
Biliyorum ki bu kadar laf, bu kadar cümle fazla gelecek,
Sen de gittiğinde, büyük bir gürültüyle yalnızlığım geri dönecek,
Acılar çeneme vurmuş benim bakma sen,
Yüreğimde bir volkan patlar ki bazen,
Ve kor ateş bir beni yakar bilmezsin...
Duygu sömürüsü değil be gülüm akşamın bir vakti yaptığım,
Yerin dibine batsın dünyanın bütün şiirleri, şarapları ve mum ışıkları..
Beni yanlış anlama,
Hani bağlanacaksam da sana, alınteriyle, namusluca, özgürce olsun isterim her şey,
İsterim ki güneşi beraberce içelim sabahlarda,
Bir çocuk saflığıyla sevmek, bir çocuk saflığıyla sarmak seni,
Ve bir çocuğun gözlerinde görmek gözlerini…

.  Gecenin bir vakti,
Ne elimde şarap kadehi,ne bir mum ışığı,
Ne de gözlerini gözlerimin önüne getirecek bir ay ışığı kaldı yollarda.
Ve Hayyam ve Ahmed Arif anlatadursunlar sevgiyi..
Bir genç hala duygu sömürmektedir simdi.
Ve o melek eski bir türkü terennüm etmektedir simdi,
Ve türküler, türküler off çeker dağlara
Ve yıkılır dağlar..
Ve ben bilirim ki, anamdan gayrısı ağlamaz bana..
Gecenin bir vakti,
Ölçeğine sığamayan bir yürek hızlı adımlarla yürümekte,
Yabancı sokakların sert kaldırımlarına hıncını tükürmektedir,
Ve isyan sürgün bir yürekte yeniden bilenmektedir..
Yürekler yeniden sürgün edilmektedir yalnızlığa
Ve yalnızlık, hasret olup akmaktadır bir kadeh şarapla ıslanmış dudaklarda.
Şiirler üşümektedir,
Ve sahibini arayan bir yürek, ısınmaya çalışmaktadır mum ışığında,
Ve meleklerin kumdan yapılmış sahte sarayları,
Gözyaşlarıyla sessizce yıkılmaktadır..
Ve cennetin tam ortasında Tanrıları kan tutmaktadır..

  Gecenin bir vakti , umutlar tüketilmektedir haybeye.
Haybeye geçip gitmektedir zaman,
Ve arpa boyu kadar uzun bir yol vardır yürünecek,
Dürülecek defterler, görülecek hesaplar vardır daha,
Ve daha acemi bir kalem cansız duygular yazacak bomboş sayfalara,
Ve ince elenip sık dokunacak,
Ve bir gencin koparılmış yüreği, darası alınmamış bir terazide tartılacak,
Belki umutları tüketilmiş bir dünyanın kefesi,
Belki cansız duyguların kağıt üstündeki resmi ağır basacak..
Ve bir gün gelecek, yıllanmış umutların tadında bir şarap akacak kadehlere..
Sokaklar, kaybolmuş bir genci arayacaklar.
Ve o genç başka diyarlara göçecek belki,
Ve belki yine şarap içecek, yine duygu sömürecek,
Ve belki de tanıyamadığı için kendi sesini,
Geldiği gibi yine sessizce gidecek..

t.yazıcı

9 Haziran 2013 Pazar

Çav Bella !

"Sevilmeyen, sevişmeyen adam mutsuzdur,huzursuzdur,sinirlidir.
Ve bunlar tarafından yönetildik hep. Onlar da yetmiş yaşından sonra parayı bulmuş ihtiyarlar gibi üstü açık arabayla hava atıp üzerimize sürdüler, korkutmaya çalıştılar.
Araba onlarınsa yollar bizimdi, bunu unuttular.."

5 Haziran 2013 Çarşamba

Benimle direnirmisin ?




Her sabah ki gibi bir sabahtı o günde oysa ki..
Yine alarmı beş dakika erteleye erteleye yarım saat geciktirmiştim , yine işime geç kalmıştım ve nahlet olsun ki son üç günde üçüncü rüyalanışımdı. Üzerime sinen ter ve döl kokusuyla birlikte kendimi banyoya attım ve Mayısın son sıcağına kafa tutarcasına kaynar suyla duşumu aldım. Ayın hakkını versem iyi olacaktı oysa ki “Otuzbir Mayıs” manuel otuzbirle başlamıştı benim için..

Her zaman ki gibi yine / yeniden sıkıcı işimin başındaydım. Herkesin iş tercihinde tek umudu olan o “Masa Başı” nın başına oturup tükenmez kalemimin ucunu kemiriyordum. Akşam için sözleşmiştik arkadaşlarla , taksime gidip kitap okuyacaktık gezi parkında. Birde üzerimde feci şekilde elektrik var benim , harbi diyorum haa ulan selamlaştığım kişiye elektrik çarpıyor. Biraz çime toprağa basayım da atayım elektriği anasını satayım. Çok denedim ama sevişme sırasında hiç elektrik çarptıramadım partnerime. Aşağı kadar ulaşmıyor demek ki elektrik ya da beğenmiyor bana trip atıyor pezevenk , bunu mu lâik gördün bana diye.

Neyse , akşamı zor ettim. Bir şeyi hevesle beklediğin zaman o beklediğin şey olduğunca geç gelir anasını satayım – hayatın değişmez kanunu.
Akşam arkadaşlarla buluştuk , daha gitmeden gelmişti gerginlik haberlerini. Geyiğimizi yapa yapa taksime gittik. Gitmemizle duyumlarımızın ne denli ciddi olduğunu anladık. Ortalık karışmıştı , etrafımız bir sürü lacivert giyinimli kafasında beyaz bir kask olan ve o kaskın arkasında ki barkotunu bantlamış bir sürü insana benzeyen birileri vardı. Birde arabaları vardı üzerlerinde “Polis” yazıyordu. Şaşırdım..
Hemen gezi parkına doğru bir hınçla koşmaya başladık. Tabi o ara birbirimizi çoktaaan kaybetmiştik bile. Tek bildiğim bir an önce buradan kaçmaktı , ama kaçamadım. “Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece” dizeleri dizginlendi kafamda.
Ne suç işledim acaba diye düşündüm bir ara , olayı kişiselleştirdim. Bu lacivert giyen adamlar bana neden bu kadar kindar davranıyor olabilirdi ki ?

Zar zor nefes ala ala tünelin oraya doğru koşarken ayağım bir şeye takıldı düştüm. Tam toparlanacakken takıldığım şeyin bir insan olduğunu gördüm. Sol elmacık kemiğinde yumruğum büyüklüğünde açılma vardı. Sağ eli titriyordu. Başından tutup biraz havaya kaldırdım , ve bağırdım “ Ulan amına koduklarıııımmm “

İşin ciddiyetini o zaman anladım. Birileri bizi öldürmeye çalışıyordu belliydi. O an aklımdan “gezi parkı” yüzünden olabileceği tamamiyle çıktı. Çünkü bir halkın polisi kendi halkını neden öldürmek istesin ki onun haklarını savunuyor diye ?
Sol tarafım nefes alamayan insanlarla doluydu. Bir yandan astım hastaları , bir yanda yaşlılar , bir yanda çocuklar. Herkes yaralıydı. Kendi arkadaşlarım aklımdan çoktan çıkmıştı , acaba öldüler mi sorusu beynimi giyip durdu. Telefonumu çıkarıp aramayı denedim , sinyaller çoktan kesilmişti bile. Aha dedim yarağı yedik , buradan çıkış yok.

Hani zaman su gibi aktı derler ya , aynen öyle oldu. Etraftakilere yardım etmekten zaman nasıl geçti / neler oldu neler bitti pek anlayamadım. Tek bildiğim gittikce kalabalıklaştığımızdı. İlk bulduğum duvara sırtımı yasladım , biraz etrafı izledim. Gördüklerim karşısında kanım resmen dondu be dondu..
Gelen toplulukta birileri zafer işareti yapıyor , onun yanında ki kurt işareti.
Fenerbahçelisi “Saldır Beşiktaş” diyor , Galatasaraylısı yere düşen Fenerliyi ayağa kaldırıyor.
Karaköy de ki hayat kadınları yaralı insanları geneleve taşıyor , insanlar camilerde revirler oluşturuyor. Ama bitmiyor..

Lacivert giysililerin durmaya hiç niyeti yok. Portakal gazı diye bir cisim atıyorlar sürekli , nefesi direk kesiyor. Peşine de tomalardan gelen en şiddetlisinden tazikli su.. off yeme de yanında yat.

Ve tam o an gözüme takıldı o.
Sol ayağı aksıyordu , belli ki hızlıca tomadan kaçmaya çalışırken taziği yemişti. Zirâ saçları da öyle solgun ve yorgundu bedeni gibi.
Siper aldığım yerden yardım etmek için onun yanına doğru süratli bir depar attım. Yanına gittim hiç yüzüne bakmadan “Bir ihtiyacın varmı” dedim . “Yok nefesim kesiliyor az biraz ama dayanırım sadece gözlerim…gözlerim dedi.”
İlk kez gördüm gözlerini orada. Kalbimdeki ve zihnimde ki duygularım resmen karışmış çorba olmuştu. Sağ omzuna dürttüm bana baktı. Gözleri gazdan kan çanağı olmuştu. Sol arka cebimde duran limonu çıkartıp uzattım ve dedim ki ;
“ Benimle direnir misin ? “

1 Haziran 2013 Cumartesi

#geziparkıdireniyor !


Adaletin bittiği yerde anarşi başlar..

Uzun uzun yazıcam , bu başlangıc..