Fotoğraf Ot Dergisi Şubat sayısından alınmıştır. |
Sağ yanında duran çayının
dumanıyla göz göze geldi Ragıp. Dumanın şekillerini olabildiğince takip etmeye
özen gösterdi. İnsanlığını unutup kısa sürede olsa çayın içinde dem olmaya doğru
yol alacaktı ki Bilal’in kaşık sesiyle irkilip eski kimliğine geri döndü.
Dört metre arkasından “Selamun
Aleykum” sesini duyduktan sonra oturuşunu düzeltip selama karşılık verdi; “Ve
Aleykum Selam” kardeşim. Gelen Yılmaz’dı, sessizce masalarına çöktü, çaycıyla
göz göze gelmesi bile yetti, iki dakika sonra açık çayı geldi. Çayından ilk
yudumu alırken Bilal söze girdi.
“Yav arkadaş, ben anlamıyorum;
bu insanlar neden böyle ki? Sebebini, anlamını bilmediğimiz o kadar çok şey var
ki etrafımızda, biz ne yapıyoruz ha ne yapıyoruz? Mesela biriniz bana cevap
verin, neden buradayız? Bu kurallar, kurallarımız niçin var? Neden bir şeylere
uymak için çabalıyoruz kendimizi, var mı bunun bir cevabı?”
Söyledikleri aynı masada oturan
arkadaşlarını rahatsız etti. Özellikle Yılmaz kaş göz yaparak durumdan rahatsız
olduğunu açık şekilde bütün kahveye belli etti. Ragıp hâlâ bir şeylere gözünü
iliştirip o şeyin içine aktarmayı düşünüyordu kendini. Bu sefer küllüğün içinde
ki küle odaklandı dakikalarca. Kül-Duman-Tütün üçlemini harmanlayıp gri bir
dumana dönüştüğünü hissettiği an kahveci Veysel’in sesiyle irkildi bu kez;
“Lan abuk subuk konuşmayın, ne
kurallarından bahsediyorsunuz. Tek bildiğiniz kural okeyin,batağın,tavlanın
kuralı; hayatınızda kurallı bir şey kaç defa gördünüz de böyle konuşuyorsunuz.”
Veysel’den gazı alan mahallenin
tüpçüsü Rıza da kahkahalarla çıkıştı, ses tonunu lakayıt bir şekilde
ciddileştirerek; “Evet.. Bilal, Ragıp, Yılmaz; tabii ki kurallar bizim için
önemli, mesela otuzbir çekerken muhâkkak otuzbir den fazla şakşaklanmalı, yoksa
caiz değildir değil mii ya ihahhah- hahahah-“
Bilal ve Yılmaz çaylarından sert
bir yudum aldı. Gözleri Ragıp’a ilişti. Sandalyesini kahvenin camına iyice
yaklaştırıp sıcak nefesiyle camı buğulaştırıp bir şeyler yazmaya çalışıyordu.
Camın buğusu gittikçe ivedilikle aynı hassasiyetle cama tekrardan hohlayıp
buğulanmasını sağlıyordu.
Bilal, Yılmaz’a dönüp; “Oğlum bu
Ragıp’ın hâli hâl değil, götürmeyecektik
bunu hata ettik.”
“Bir şey olmaz, zaten iki gram
beyni vardı o gitse de bir şey olmaz. Davamızdan dönmeyeceğiz, ben yokum
diyorsan sorun yok Bilal, kızmam darılmam. Bu düzen için bu düzmeceler şart,
katlanacağız artık.”
“Sen ne yaptın toprak işini,
çiçekleri ektin mi?
Ragıp birden kendine geldi,
yüzünde hem ağlamaklı hem de saatlerce gülebilecek bir ifade vardı. Alt dudağı
titreye titreye Yılmaz’a seslendi;
“Yılmaz, Çiçek yeniden açacak
değil mi? Sadece solduğu için gömdük, tekrardan..”
“Açacak Ragıp, Çiçek gibi nice
solanlar toprağın altına girip tekrardan yeşerecek..”
Ragıp ceketinin iç cebinden
çıkardığı beyaz kağıttaki birinci maddenin üzerini çizdi. Üzerini çizdiği
maddenin üst başlığında şu yazıyordu; “Normal Olanlar”, hemen altında “a” kapa
parantez “Yeniden yeşerebilecekleri dikkatlice seçip çoğaltmak üzere büyük
titizlikle gömmek.”
Çizme işlemini tamamladıktan
sonra Yılmaz’dan da kafa onayını aldı.
Normalliğin bir hastalık
olduğunu savunuyordu Yılmaz, bu yüzden dünyada ki bütün normal insanlara düşmandı. Bir
nevi normalleri kıskanıyordu. Anormallik ona göre yanmış bir plastikti vücuda
yapışan. Çünkü dünyada ki 10 kişiden 9’u anormaldi. Araya kaynayan o her bir
kişiyi yine kendi anormalliğinde cezalandırdı. Bu tuhaf üçlünün ilk kurbanının adı
Çiçek’ti. O kadar normaldi ki her şeyi, 3000 kişilik kasabanın içinden
kolaylıkla seçiliyordu. On iki yaşında birden ortalıktan kayboldu. Ailesi ile
birlikte 100 kişilik bir ekip arada, ama bulunamadı.
Çiçek adının hakkını verircesine
toprağın altında yerini almıştı elleri arkadan bağlı ve kulak deliği dahil
bütün deliğine giren hastalıklı penislerle birlikte.
Kusursuz bir denek olmuştu
Yılmaz’ın gözünde. Aylarca aç kalmış çakal sürüsünün arasında tapteze etiyle
yem olmuştu. Tabii ki parçalamıştı bu sürü onu. Yılmaz’ın burada ki amacı
normal olmayan ama normal gibi görünenleri temizlemekti. Normalleri en yalın haliyle görebilmek için öncelikle normal gibi görünenleri temizlemesi gerekirdi. Tabii ki bu çok
kolaydı. Yaşları birbirinden bağımsız kırkbir kişi Çiçeği lime lime ederek
öldürdü. Yılmaz önce bu durumu izledi, bir dersi dinler gibi defterine notu
altıktan sonra kırk iki kişiyi ayrı günlerde Ragıp ve Bilal’le boğarak öldürdü.
Kahveci Veysel Yılmaz’a
seslendi;
“Haydi Yılmaz seni beklerler,
bekletme çok değerli kardeşlerini hahahah-ihihihi”
İçeride ki yaklaşık otuz kişilik
topluluğu Allah’ın adıyla selamladı Yılmaz.
Sarığını başına takıp en başta ki safta yerini aldı.
“Ey cemaat, git gide azalıyoruz;
bu beni çok üzüyor. Allah bizi yolundan esirgemesin, bizi saptırmasın..”
Ve kasabanın en genç imamı
Yılmaz, namazına başladı;
“Allahu Ekber”
Seri
katil denemeleri bilmem kaç
Belki olurun belkisi..
devam eder mi ki
Belki olurun belkisi..
devam eder mi ki