Çok
içtin, artık yeter dedi Nuri abi. Manitasından yeni ayrılmıştı o ara. Gerçi iki haftada bir "aşık oldum olum" derdi ama olsun.. Nasıl
oldu hangi ara oldu bilmiyorum ama rolleri değişmiştik onunla. Bazen böyle
olur, bir şarkı tüm ortamın amına koyar, yıkar geçer. Hangi ara ne düşündüm de
bunu hatırladım diye hayıflanır durursun. O zamanlar sabah akşam Müslüm Babadan
“Gitmeseydi Onun Kulu Olurdu” şarkısını dinliyorduk.
Şarkı yine aynı şarkıydı ama bende o gün etkisi çok büyük olmuştu. İkibinüçte yirmi lira büyük paraydı. O zamanın yirmi lirasıyla gidip ot alıp yanıma gelmişti Nuri abi. Kırk yıl heykeltıraşlıkla uğraşmış bir sanatçı gibi büyük titizlikte sardı otu. “Şaheserimi görüyor musun amına koyayım Tolga” dedi. Onca zaman geçmiş üstünden şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da, cümlelerimizin içinde bir “amına koyayım” olmasa o cümle cümle sayılmıyordu sanırım. Niye bu kadar koymak istiyorduk hiç bilmiyorum ama ne yapar ne eder bir şekilde koyardık.
Şarkı yine aynı şarkıydı ama bende o gün etkisi çok büyük olmuştu. İkibinüçte yirmi lira büyük paraydı. O zamanın yirmi lirasıyla gidip ot alıp yanıma gelmişti Nuri abi. Kırk yıl heykeltıraşlıkla uğraşmış bir sanatçı gibi büyük titizlikte sardı otu. “Şaheserimi görüyor musun amına koyayım Tolga” dedi. Onca zaman geçmiş üstünden şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da, cümlelerimizin içinde bir “amına koyayım” olmasa o cümle cümle sayılmıyordu sanırım. Niye bu kadar koymak istiyorduk hiç bilmiyorum ama ne yapar ne eder bir şekilde koyardık.
“Taktığın şeye bak, sana kız mı yok olum” dedi peşine. O
ara mahallemize yeni kız taşınmıştı. Çok güzeldi lan! Namussuzum şerefsizim ki
çok güzeldi. Bir insan o yaşta neden o kadar güzel olur ki. Öyle güzeldi ki,
rüzgarını alan kişi soluğu apartmanının karşısında ki diğer apartmanın
dışarıdaki merdiveninde alıyordu. Tabi mahallede büyümenin zor yanları da var.
Bir kızdan hoşlandığını söylerse aramızdan biri, o kıza başkası kesinlikle yan
gözle bakmazdı, bir raconumuz vardı. Sokayım raconumuza, sırf o yüzden nice ilk
aşklar alevlenmeden söndü kim bilir.
Gülten’i
ilk Doggy Çetin gördü ve bir ayı gibi mahalleye kükredi o kızdan hoşlandığını.
O an tüm herkesin yüzüne aynı hüzün çöktü.
İnsanın suratına inen saliselik bu ifadeyi ömrüm boyunda unutmam.
Hüznümüz arada yerini gerginliğe bırakırdı, hele ki böyle bir durumda Çetin ve
Gülten’i yan yana geleceğini düşünmek bizi delirtiyordu. Çetin lan bu, ne işi
olurdu karı kızla. Tam bir ‘leş’ti, ama kusursuz bir leş. Hem kokardı, hem
dalardı, hem çalardı. Psikopat desen değil, hırsız desen hiç değil; enteresan
bir varlıktı çetin. İlk milli olduğu anı anlatır dururdu bize sabah akşam,
Doggy lakabının sebebi de hayvan sevgisinden filan değil, “karıya köpek
pozisyonunda kaydım gençler, doggymiş adı, ulan ne tokatladım kalçaları bee”
dedi. Çoğu zaman nefret ederdik Çetin’den, ama namussuzun öyle güzel sesi vardı
ki, bir türkü çığırırdı ciğerimizi dağlardı. Çetin ikibinyedide öyle bir öldü
ki, ölüm şekline hem kahkahalarla güldük hem de üzüntüden mafolduk. Çünkü
Çetin’i memleketi Sivas’ta köpek parçaladı. Neyse, çok ileriye gittim tekrar
Nuri abinin yanına döneyim.
“Ne
yazık bunları bilmeden gitti” kısmını defalarca söyleyip, cehennemin közüne
dönmüş sigaralığından bir nefes daha çekti Nuri abi. Ciğerinde dipfirizlediği
son duman da ağzından çıkınca iki bacağının arasına aldığı efesten bir yudum
aldı. Gırtlağına indirdiği son yudumdan sonra cigarayı bana uzattı, ses etmeden
ve tek gözümü kırparak istemediğimi belli ettim. “Esrarın diyetimi olur amına
koyayım, siz yeni nesilde yeni icatlar çıkarıyorsunuz” dedi. Lafının bittiğine
inandığı an, o üç saniyelik sessizliği duyduktan sonra cebinde zulaladığı bir
tane kırmızı elmayı çıkartıp harttt diye dişledi. Nuri abinin en büyük
özelliklerinden biri de elmaya olan düşkünlüğüydü. Herkesten başkaydı Nuri
abinin ikilemleri, millet sigara-çay, kahve-sigara, simit-ayran yapar, bizimki esrar-elma yapardı.
Bir türlü vazgeçemedi esrar ve elma sevgisinden. Haftanın beş günü Ağır Roman’ı izler, soluğu
benim yanımda alırdı. Çünkü bir tek sebepsizce ben dinlerdim, kafa siktiği
doğruydu ama anlıyordum halden. En azından birinin yarasına derman olmak hoşuma
gidiyordu. Hem arada kuru yaş takılıyorduk. Kafam güzel olunca tüm dertler aynı
geliyordu, hatta bazı zamanlar onun derdinin karşısına bir ayna koyup kendimi
görüyordum onun gözünde. Yani onun ağzı oynuyordu ama sanki ben konuşuyordum.
Keyifli
anları da olurdu Nuri abinin. Gerçi anne babasını doksandokuz depreminde
kaybettikten sonra pek o yanını göstermedi ama arada olurdu. Hele ki para
vermeden bir kızla birlikte olduğu zaman değmeyin keyfine. Böyle zamanlarda
elmayı soyarak yerdi. Büyük titizlikle elmanın kabuğunu gövdesinden ayırır, bu
sırada yaşadığı ilişkiden birkaç detay verirdi, “bak aynen böyle soydum, işin
zevki böyle çıkıyor olum.”
Kuzenine
aşıktı Nuri abi. Anne ve Babası öldükten sonra yalnız yaşamaya başlamıştı.
Sinop’ta oturan kuzeni İstanbul’da üniversiteyi kazanmış ve yanına gelmişti.
Hem ev işlerine yardım ediyor hem de yoldaş oluyordu. Bizimkisi kaptırmıştı
annesinin dayısının kızına gönlünü. “Ne yazık ki bunları bilmeden gitti” sözünü
tekrarladı yine. “Zor be olum dedi, her gün yüzüne bakıp farklı davranmak çok
zor.” Susardım yine ben, zaten konuşmam için fırsatta vermezdi, Allah ne
verdiyse konuşur daha sonra ruhu ve bedeni uyuşana kadar içerdi.
Yine
bir gün denk geldik mahallede, lacivert brotveyin camları buğuluydu, belli ki
arabanın içinde içmeye başlamıştı. Arkadaşlarla internette toplanıp kantır
sıtrayk turnavası yapacaktık. “Konuşak mı la” dedi, kafası güzeldi. Taşağının
arasına koyduğu birayı gösterip, “çocuğum olmayacak bu meret yüzünden amına
koyayım” deyip gülümsedi. Burnunu çekti sert şekilde. Ya göz yaşını ya da
burnunu sildi koluna, göremedim o ara. Arabanın koltuğuna götümü koyduğuma
inandığı an söze başladı. “Açıldım lan. Ne var ne yok döktüm. Allah var,
anlayışlı kızmış” dedi.
Şaşırdım,
“ee ne dedi abi” dedim.
“Olmazmış be olum, beni
ağbisi gibi görüyormuş. Çok iyimişim ama olmazmış. Canı sağolsun, en azından
terslemedi. Ama gidiyormuş, bu şekilde yanımda kalamazmış. Kızı da yerinden
yurdundan ettim kafamı sikeyim!”
“Takma be abi, sen demiyor
muydun zaten yurda taşınacak diye.”
“Senin Gülten ne oldu?”
“Bizim Doggyle mutlular
sanırım ağbi, göremiyorum ikisini de.”
“Bizim yüzümüz hiç
gülmeyecek mi lan. Elma yer misin?”
Buydu işte. Hayat hikâyemizin en ironik tarafı o son
cümledeydi, “elma yer misin?”
Uzunca bir süre ortalıktan
kayboldu Nuri ağbi. Kuru yük gemisinde çalışmaya başladığı söylendi. En son
onun ölüm haberi geldi, aradan uzun zaman geçtiği için bir tuhaf oldum.
Ağlamakla ağlamamak arasında sıkıştım kaldım. Bu sıkışıklığı ölüm nedenini
öğrendikten sonra hallettim. Sinop’a giderken arabanın kontrolünü kaybedip bir
elma ağacına çarpmıştı Nuri ağbi. Bu koskoca saçmalıkları anlatmamın sebebi
biraz da bu. Bazı lakaplar yapışır kalır deriz ya, aynen öyle. Önce Doggy çetin
köpek tarafından parçalanarak öldü, daha sonra Esrarlı Elma Nuri bir elma
ağacına çarparak. Nuri ağbinin mezara elma ağacı dikmek istedim ama dikemedim.
Çünkü elmadan açsam sözü, esrardan çıkacaktı biliyordum. Matruşka gibi, bazı
kelimeler birbirine benzer ama farklı kelimeler doğurur.
Ve dirilip yanıma gelse,
elinde ki esrardan bir duman çektikten sonra cebinde ki elmayı alırken bana
yine aynı şeyi diyecekti, emindim;
“Ne yazık bunları bilmeden
gitti…”
Özellikle de Müslüm Gürses'i dinleyerek okuyunca elmaya sarılıp ağlayasım geldi.. Tebrik ederim gerçekten çok güzel bir yazı olmuş..
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Yazarken bende Müslüm Babanın refakatinde yazdım.
SilMüslüm Gürses gelince aklıma, Adını sen koy şarkısı gelir..
YanıtlaSilbi tuhaf olurum..
ah ah..
hatta dinliyorum şuan, birşeyler eksik sanki :)
SilSıla mı gurbet mi adını sen koyy, adını seen koy :)
Silhayatın bizi hangi durağa bırakacağı belli olmuyor,
YanıtlaSilyazıdaki kişilerin sonu ile lakapları arasındaki benzerlik, o yaşanmışlıklar ve geride bırakacaklarımız..
düşününce tuhaf oluyor insan, oysa ölüm de hayata dahil unutuyoruz işte..
Unutsak bir dert unutmasak bir dert
Silbiz yine turgut uyar'ın durağına; "göğe bakma durağı"na doğru yol alalım..
Hayatta öyle aynı matruşka gibi ama tek farkı renkli oyuncak yerine devamlı acılar çıkarıyor içinden..
YanıtlaSilhttp://www.youtube.com/watch?v=pCK1k2XpiA0
SilGeçmişe götürdün beni sevgili yazarım.
SilÇok etkileyici hele ölümleri ve lakapları beni benden aldı helal olsun mükemmel bir yazı okudum teşekkür ederim...
YanıtlaSilTeşekkür ederim, tekrardan hoşgeldin.
SilLakaplar tesadüfen konulmuyor o zaman. Ya da o lakap konulduktan sonra mı uygun bir yaşam ve ölüm oluyor ki acaba? Kısır döngü gibi. Öyle olduğu içinmi böyle oluyor böyle olduğu içinmi öyle oluyor:) İşte bütün mesele bu.
YanıtlaSilBir de bunu düşünmeyelim bence. Sanırım yeterince sıyırtık zaten :p
SilLakaplar..ve ölüm..çok ilginç bir yazı yazmaya devam diyorum..ama sıyırtmadan...sevgi ve dostlukla...
YanıtlaSilteşekkür ederim
Silbu "sen sıyırmışsın" anlamına mı geliyor inceden :p
Of ya nolcak bu aşkın önündeki engeller:( ben en çok o noktaya takıkım şu anda :)
YanıtlaSilengeller olmasa bunun adı aşk olurmuydu ki :)
Silaz biraz içek mi la?
YanıtlaSilhttp://www.youtube.com/watch?v=trjSDKPqW0g
vay amına koyayııım..
Silhttp://www.youtube.com/watch?v=jhSEk4cIzR4
Güzel yazı olmuş. Cidden güzel, aldı götürdü. Eline sağlık.
YanıtlaSilteşekkür ederim,
Silhoşgeldin :)