İnsan
gelişim sürecini bir binanınkiyle eş tutarım. İleride, yani oluşumun tamamlanma
yaşının da götümüze pamuğu tıkayınca bittiğini düşünürüm, yani insan
zamanlamasına göre ‘ölümsüz’ kılarım bu süreci. O yüzden bizler insan olarak
yaşadıklarımızı bir sonraki sürecimize aktarırız. Acılar insanı olgunlaştırır
deriz ya hep, o misal. Özellikle ‘gençlik’ diye tabir ettiğimiz yirmiden otuza
kadar olan kısımda hep çocukluktan kalma izleri taşırız yüreğimizin en içinde.
Ne gördüysek onu aktarırız gelecek hücrelerimize.
Kimse doğuştan serikatill ya da
tecavüzcü, sapık, katil, hırsız olarak doğmaz. Hep bir şekilde, yerleştiririz.
Bu durumdan kaçmak istesekte kaçamayız çünkü kadere inanan insanlarız. Tanrı
bizim hikâyemizi yazarken belki kalın bir punto ile belirtmese de oraya bir
yere iliştirmiştir; bu katil olacak, bu hırsız olacak, bu dünyanın yedi ceddini
kurutacak – diye…
Ben nasıl yazıldım hiç
bilmiyorum, ama hakikatli yazıldığımın farkındayım. Sert büyüdüm ben, bir
gökdelene nispet yaparcasına göğü delip ta Tanrı’nın yanına kadar çıktığım bile
oldu. Bir miraç değildi bu, sadece en tepeyi de gördüm, en dibide. Dip
dediğimiz yer belirli fiziki hacme sahip nesnelerden bahsetmiyorum. İnebildiğim
yere kadar inip çakıldım. Çünkü böyle büyüdüm. Hayat okulunu belki Saint Joseph’te
okumadım ama yine de çoğu kişiden fazla şeyi bildim. Tabi bunun bedelini de
devamlı ödedim. Çünkü, her şeyin olduğu gibi insan yaşamınında belirli
kuralları vardı. Bir bedel ödemek zorundaydım. Ödedim, ödemeye de devam
ediyorum orası ayrı. Ama konu şu ki; yetiştiğim ortamdan ötürü sert bir adamsam
bunun hesabını bana sormayın. Konu şu ki; duyduğum ve gördüğüm şeyleri
aktarmaya çalışıyor ve bu yüzden sizleri rahatsız ediyorsam bunların hesabını
bana sormayın. Ya kime sorayım? Diyorsunuz değil mi? Ne bileyim, sorun işte.
Ortaya atın gelişigüzel. “Sen neden böylesin” deyin. Cevap alamayın. Hatta o
an, kısa sürelide olsa cevap alamamanın hazzını yaşayın. Sonra da bu döngünün
verdiği hazzı size yaşattığımdan dolayı bana teşekkür edin.
İnsan olmanın bedeli budur
çünkü. Ne gördüysek onu yansıtırız. Benim gördüklerim ve yaşadıklarım normal değildi,
ondan normal olmayan şeyleri yazdım. Normal şeyleri yaşasaydım belki bende
sizler gibi normal şeyleri yazardım. Ama değilim, ben normal biri değilim.
Aslında hiç birimiz normal değiliz, az önce ne saçma konuştum! Hangimiz
normaliz ki şu dünyada?
Onbeş yaşlarında filandım
sanırım. Mahallede kavgalar artmıştı o ara. Bizim çaldığımız ve keşif için
çıktığımız yerlere başkaları gelmeye başlamıştı. Demiştim daha öncede, sokağın
sahipleri olmaya çalışmak büyük çılgınlıktır. Çünkü sokaklar Tanrı’nın evidir;
herhangi bir kira bedeli ödemenize filan gerek yoktur, sadece kurallarına
uymanız gerekir. Ne yazık ki ‘kurallar’ bütünü bizim ne lugatımızda vardı, ne
de yaşam tarzımızda. Bir şeyleri reddetmesek gecenin soğuğunda neden sahipsiz
bir bankın koynuna girelim değil mi?
O ara birkaç arkadaşımla iyice
semtin ortalık orospusu olmuştuk. Nereye çekseler oraya gidiyorduk. Çal
diyorlar çalıyor, vur diyorlar vuruyorduk. İşte sevgiye açlığımız belki de bu
yüzdendi. Kimse bize ‘sev’ demedi, diyemedi. Çünkü bilmem hangi ayın bilmem
hangi gününde kalbimizin etrafını yalıtımlamıştık. Bu hem hiçbir şekilde acıma
duygusu vermiyor, hem de sevme ya da sevilme duygularını bizden alıyordu.
Mahallemizin bir delisi vardı;
Deli Apo derdi herkes ona. Hayatta ki tek amacı kola içip bize nah yapmaktı.
Arada sırada ortalık yerde sikini çıkartıp etrafa sallamasa belki bu deliliği
birazcık affedebilirdi ama olsun, Apo deliliğiyle en büyük sırdaşımızdı. Çünkü
ne desek, hangi sırrımızı anlatsak söylediği tek şey vardı; “kola, biraz daha
kola al.” Bizim, daha doğrusu o zamanların en büyük psikopatlarının bile
psikoloğu olmuştu Apo. Bizler çok normal insanlar değildik, o yüzden her şeyi
içimize atardık. Tam taşacağımız sırada gider tüm derdimizi Apo’ya anlatırdık.
Dinlerdi bizi, cümlemiz bitene, son noktayı koyana kadar dinlerdi. Bizde bu
doğal seans bitince, bir şişe kola alıp ücretimizi verirdik Apo’ya. Sonra bir
gün Apo ortalıktan kayboldu, tüm mahalle dumur oldu. Kimse kimseye bir şey
anlatmadı, herkes yıllarca kurufasülye yemiş gibi şişti. Öyle bir şişti ki bir
patlasalar ortalık leş gibi kokacaktı, bundan herkes emindi.
O ara, yani Apo ortalıktan kaybolduktan sonra semtin oralarda bir kız
dolanmaya başladı. Fahişelik yaptığı dilden dile dolaştı. Bu seferde tüm mahalle
Filiz’e gitmeye başladı(adı filiz değildi.)
Hoş birlikte olacaklarından değil, gidip on lira verip kıza tüm
dertlerini anlatıyordu. Filiz’le birlikte olmak isteyenlerde zaten oluyordu.
Bir ara bende gittim. Yarım şişe tekel votkayı vişneli teng ile içmiş iyice
uçmuştum. Mahallemizin bekçinin kömürlüğüne götürdüm. Gece işe gittiği için,
evde kimse olmuyordu, evde kimse olmadığı için rahatça kömürlüğe
girebiliyordum. Kız nedir, kimin nesidir hiç bilmem. Sadece kolundan tutup
götürdüm. Birileriyle konuşmak istiyordum artık, içimde biriken bu volkanik
lavları püskürtmek istiyordum. Apo gittikten sonra iyice dolup taşmıştım çünkü.
Kömürlüğün
ışığını açınca Filiz’in kendine bir yer yaptığını gördüm. İki tane kömür
torbasının üzerini temizlemiş bir tanesini de duvara dayamıştı sırtını
dayayabilmek için. Kömür karası gözlerini gözlerime dikip önce sikimi sonra
ağzımı gösterdi, sol elini çevirerek bir şeyler demek istedi anlayamadım. Sonra
konuşmak mı istersin, yoksa beni silmek mi sorusunu sorduğunun farkına vardım,
çünkü mahallede herkes aynısını yapmıştı. Gerçi kimse Filiz’le birlikte
olduktan sonra hiçbir şey diyememişti ama olsun, en azından çalışma tarzını
herkes biliyordu.
Oturduğu kömür torbasının
kenarına oturdum, başladım konuşmaya. Aklıma ne geldiyse anlattım, hiç
sorgulamadım acaba ne düşünür diye. Konuşmamım bir kısmı bittiğinde on lirasını
verdim. Parayı çantasına attıktan sonra eteğini indirdi. Altında bir zamanlar
beyaz olan ama daha sonradan grileşmiş bir miki maus kilodu çıktı. Elini şeyime
attı, votkadan mıdır nedir şimdiye kalkmış olması gerekiyorken o da beynim gibi
uyuşmayı tercih etmişti. Gözüm tekrardan miki mausa takıldı, gülmeye başladım.
Neye güldüğümü anlayınca oda güldü. İlk kez güldüğünü görüyor ve duyuyordum.
Evet, güldüğünü duyabiliyordum. Çünkü öyle sesli ve anlamsız gülüyordu ki. Bu
kadar yüksek sesli ve karmaşık gülmesine anlam veremedim. Anlam veremediğim tam
o an, bir şeyler dedi karışık bir şeyler. Dediği şeylerin bir dili yoktu, çünkü
Filiz’in dili yoktu. O’nun dilsiz ve sağır olduğunu öğrendiğim an üzerine
oturduğum kömüre benzettim kendimi. Hammaddesine kadar ulaştım. Birinin o an
beni diri diri yakmasını istedim. O’nunla birlikte olmayacağımı vücut dilimden anlayınca
çantasından bir kağıt çıkardı; kağıtta yazan şeyi okuduğumda hıçkıra hıçkıra
ağlamaya başladım. Ağlarken bir yandan da mahallede ki kimsenin Filiz hakkında
niye konuşmadığını anladım. Tamam bizler bakıldığı zaman birer piçlerdik, ama
merhametli olanlarındandık aynı zamanda. Kağıtta “lütfen bundan kimseye
bahsetme, bahsedersen para kazanamam, kazanamasam da ölürüm” yazıyordu. Eteğini
giymeden yanıma oturdu. Ağladığımın devam ettiğini görünce neşeleneyim diye
yine miki mauslu kilodunu gösterdi, sesli şekilde güldü yine, eşlik ettim
bende. O an, hatta sonrasında ki bir hafta bende tüm duyu organlarımı kapattım
herkesten.
Apo beş ay sonra döndü
mahalleye. İyice zayıflamış, bir deri bir kemik kalmıştı. En önemlisi üzgündü
Apo, çok üzgün. Tam göğüs bölgesine bir kağıt yapıştırılmıştı Apo’nun. “Lütfen
kola vermeyin, içirmeyin” yazıyordu. Çünkü Apo’nun organları çalınmıştı organ
mafyası tarafından. Bu yüzden yasaktı artık Apo’ya, yaşaması için tek sebep
olan kola yasaktı. Bir daha derdimizi anlatamadık Apo’ya, anlatmak istediğimiz
zaman da dinlemedi. Bir yıl sonra da iki litre kolayı içerek intihar etti.
Yıllar sonra mezarını ziyaret ettiğimizde gördüğümüz manzara çok tuhaftı. Belki
de mahallede derdini dinlediği herkes gelmiş Apo’ya bir çeşit borcunu ödemişti.
Çünkü içinde yattığı toprağın üstü kola kapaklarıyla doluydu…
Tuhaf oldum, içime sanırım hıçkırık kaçtı okurken. Yazarım, çok güçlü, çok etkileyici olmuş.
YanıtlaSilDeme öyle üzülürüm.
Silyeterince üzüldük, yeter.
hammına
YanıtlaSilbir kötü oldum la
genzime kola kapağı kaçtı resmen
eline sağlık
kola kapaklarını yuta yuta tıkandık kaldık zaten bro..
SilBu sefer derin vurdun be Tolga...
YanıtlaSilBir küfür bekledim, bir küfür görmek istedim belki de. Başka türlü Filizin, Tolganın, Aponun acısını alamazdım yüreğime. Ya da çok almıştım da küfürsüz kusamazdım sanki. Kusamazsam da hatırlardım, çok hatırlardım hem de..
Bir de ruhu çürümüşler sormuyorlar mı bana ; "neden bu kadar negatif, bu kadar depresifsin?"
Mezarıma bir kola kapağı bile koymayacaklar, ondandır belki!
Ne güzel dedin..
Silanlamalarını beklemek bence hem onlara hem kendimize hata. çünkü bilemezler kocaman et parçalarımızın içinde, sol memenın hemen altında neler gizlediğimizi. sessiz haykırışları. zamansız kaçışları...
Ben de yazayım o halde.
YanıtlaSilEn başta okurken, dedim neye kızmış, kime kızmış bu çocuk.
Kim sorgulamış onu, kim sormuş bu kadar da kendini açıklamak durumunda kalmış.
Evet, bana yazıların, çoğu zaman anlattıkların çok sert geliyor. O bahsettiğin şeyi ben yaşıyorum seni okurken, çoğu zaman gözlerimi kısıyorum böyle korku filminde ani sahnelerde verilen tepkiler gibi. Bazılarını midem kaldırmıyor ne yalan söyleyeyim.
Ki ben artık sert geliyor diye film izleyemiyorum. Öyle bir "hassasiyet"..
Bazı hikayelerinde bir duruyorum bir kaç saat sonra tekrar okuyorum.
Nedeni senin tarif ettiğin gibi senin sert büyümen, benim pamuklar içinde sarılmam değil aslında. Tamamiyle "ben" böyle olduğumdan, yani doğadan, yani doğuştan.. Yumuşacık büyümedim misal bende.
Şimdi ben bunları neden anlattım, çok ben ben ben dedim, neden dedim. Yazdıklarının en başındaki sorgulamalarından. Senin "Ehh ben buyum" nidalarından yola çıkarak.. Eh tamam bizde buyuz mu demek istedim :)) Hayın hayır, yani seni sert bulanlar olmuştur benim gibi ama kimsenin kimseyi sorgulamaya yargılamaya hakkı olmadığından sen devam et yolunda.
Bende kendi adıma açıklama yapmam gerekirse, durduğun karşı kıyıda hikayelerini benim gibi ürkerek okuyanlar vardır. :) Ama seviyorum ben seni okumayı Tolga, yani go ahead! ;)
Sonra hikayenin devamında dedim ki Apo'su Filiz'i varmış, ne alaka şimdi dedim?, ya da hikayeymiş herhalde, yok yok yaşamıştır kesin bunları bu deli, aman uyduruyordur kompozisyon gereği yazmıştır dedim kendime. Neyse bu benim olayım olsun, ben çözeyim değil mi sevgili yazarım, senin okuyucuya bıraktığın yerleri?:)
Yıllar önce Küçükçekmece'de çalışırken, sokaklarda oynayan o çocukları hatırlattın bak bir de..
Ya da Metin Kaçan romanlarını..
Falan, felan..
Şimdi acaba kendimi anlattım mı? Bilmiyorum.. Hiç huyum değildir yazdıklarıma tekrar göz gezdirmek, lönk diye yapıştırırım.
Löönnnk o zaman!!!
Hey, bu yazın beni çok etkiledi biliyor musun.
SilDün iett de okudum, aksaray üzerindeydim yanılmıyorsam. trafiğide hesaba katarsak yaklaşık olarak yarım saat bu yazını tekrar tekrar okudum. her okuduktan sonra oğuz atay'ın o meşhur sözü gözümün önüne efekli şekilde geldi;
“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”
o kadar çok okudum ki, bir süre sonra yanımda bunları konuşuyormuşsun gibi seninle konuşmaya başladım. şaka yapmıyorum hakikaten seninle konuştum. teşekkür ederim beni dinlediğin için.
kum tanesi gibi bir şey benim hayat, çokta kafa yormamak lazım aslında. elinde tutsan kayar gider, akar dışarıya. e tek başına zaten bir halta yaramaz. ama gel gör ki bir kaç milyon tanesi yan yana gelince belki bir şeyleri sağlamlaştırmaya yarar..
Sen pamuklar hatta herkes pamuklar içinde büyüsün zaten, ne gerek var çakıllı yollarda sürünüp gitmeye. Ne gerek var süründükten sonra bir taraflarında kalıcı izler bırakmaya.
Yazılarımın farkındayım, bu yüzden sizden gelecek tepkilere bir şey diyemem; sizde kendinize göre haklısınız. ama ben buyum, böyle saçma sapan yazan kuralları olmayan biriyim. bu arada yazım konuısunda bende öyleyim, parmağımı şıplatır ve hiç duraksamadan yazarım.
son olarak;
“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”
Bana yakın civarda okumuşsun yazımı, ondan konuşmuşumdur ben ;)
SilNihayetinde, ben buradayım sevgili yazarım, okuyorum yazdıklarını..
:)
anlattıkların derinden etkiledi beni..
YanıtlaSilkimse yaşayacağı hayatı seçemiyor ne yazık ki..
aynen öyle bahar, çok doğru söyledin.
Silbir 'keşke' de benden
tolga,
YanıtlaSilhayatın gerçeği olmasa da hayatın bam teli olduğu kesin,
yoksa ararsan gerçek çok,
ama etkileyen silkeleyen, ne desem,
insanın içini acıta acıta,merakını kabarta kabarta okutuyorsun,
iyi ki yazıyorsun,
ama çok küfürbazsın:)))
sevgiler
sen şimdi bana sitem de edersin etme!
SilHavva bana da eder diye düşünüyorum, gardımı aldım bekliyorum :))
Silhayatın kendisi var karşımızda, en ağırı bu.
Siletkilemek ya da silkelemek için yazmıyorum. ben beni duyun diye yazıyorum, hissettirebiliyorsam ne mutlu.
Küfürbaz değilim ben Havva, ama bunu dediğin için de sana kızacak değilim aşkolsun :)
Sevgiler benden, teşekkür ederim.
Sevgili Yasemin, ne kadar şakacısın :)
Karşı kıtamın gülü dedik diye dikenlerini fırlatman mı lazım hemencik aaaa :p
ama küsmüşsün sen bana!
SilBir tanecik Havva'm var, ona küsermiyim hiç aaaa :)
SilKim normal ki cancağızım:))) Normal olsan böyle yazamazdın. İyi ki normal değilsin, değiliz,değiller o zaman:)))
YanıtlaSilHakikaten, kim normal ki? bak merak ettim şimdi onu :)
Silteşekkür ederim..
şunu şu saatte okumamam lazımmış. hep bul çıkar gözümüze sok olanı biteni görmezden geldiklerimizi. çok güzel yazmışın beee :D
YanıtlaSilGözümüze perde çeke çeke güzel olan şeyi de göremez olduk artık. Olsun, arada bir göz bebeğine yapıştırmak gerek bu kara yanmış lastiği
Silteşekkür ederim :)
Ha bugün ha yarın derken Yasemin hanım yazmış benim diyceklerimi... Bi farkla ben çok rahat bi çocukluk geçirdim öyle sıkı korunakların ardındaydım hep hala da öyle...biliyo musun korkardım ben farklı insanlardan. Ama senden korkmuyorum niyeyse :) hatta karşılaşsak bi çay ısmarlasam bi baksam şöyle yüzüne korkmadan diye bile düşünmüşlüğüm oldu, utanarak söyledim bak bunu:)
YanıtlaSilAdı üstünde zaten 'çocuk'
Silgerçi adı üstünde deyince bi baktım da hiç adı üzerinde gibi de durmuyor, neyse konumuz bu degil :)
Benden korkmamana sevineyim mi ne yapayım bilemedim, hiç böyle bir tepki almamıştım :)
bu sözünü hatırlatırım :p
çay sözü "delikanlı sözü" diye tabir edilen kıvamdan bile daha kıvamlıdır :))
sen değil ben sevinmeliyim :) bi tek senden değil, benim yaşantımdan farklı yaşantısı olanlardan......
YanıtlaSileyvallah:) Belki bi gün istanbula sırf bu çay sözlerimi tutmak için gelirim.
hadi bakalım :)
Silhayat zor be tolga
YanıtlaSilbelki de zor olduğu için hayat diyoruz ona zor olmasa düş derdik bence hayata uyurken gördüğümüz musmutlu bir düş
Uyuyabilenlere öyle, evet..
SilSende bir yetenek var kesin ... Anlatığın senaryo mu gerçek mi bilemicem ama çoook :((((
YanıtlaSilTeşekkür ederiim.
SilHoşgeldin tekrardan
Nasıl bir adamsın? Unutmaya çalıştığımız bazı şeyleri yeniden bir şimşek gibi yüzümüze çakıyorsun.
YanıtlaSilSanırım bazen silkelenmek için arada hayatın tokatından yemek gerekiyor..
Silhaklısın, bazen önemli gerçekleri farketmek için hayat yolunda birşeye takılıp düşüp sonra daha güçlü kalkmak gerekiyor
YanıtlaSilAnka Kuşu misali,
Sildirile dirile, eriye eriye öğreniyoruz işte bazı şeyleri..
heval yazılarında orantısız hüzün kullanıyorsun :) duygu sömürüsü yapan siyasetçileri geçtin. twitter @baneyi
YanıtlaSilDuygu sömürüsü değil be lili, hayatın ta kendisi :)
Silyav arkadaş, yazdıkların sarsıtıcı oluyo bilion mu :)
YanıtlaSilaaa hiç haberim yok halbukii :)
Sililk yazdığında okudum bunu. yazacak bir şey gelmedi aklıma sonra tekrar okudum, yine yazamadım. şimdi yine okudum, yine bi ağırlık bıraktın la bana.
YanıtlaSilyazılacak olanlar da zaten yazılmış. kola kapağı kadar değeri olmayanlara.
bi de, senin şu kitap ne zaman geliyor, ne kadar bekleteceksin daha bizi? ayıp yahu. :)
susak bizde ya.
Silkonuşuyoruz bi sik olmuyor, yazıyoruz bi sik olmuyor; bizde albayımın dediği gibi susak.
yayınevi okeyi verdi ya, aldılar listeye basacaklar ya la :)
yalnız bi altı aylık süre çıkarttılar, bakalım onu biraz daha erkene çekmek için uğrasıyorum
Ahhh. Cok agir, cok!
YanıtlaSilYaradan kimseye taşımayacağından büyük sıkıntı/dert vermezmiş.
SilBazen bu ağırlık çökertiyor beni ama, sonra aklıma bu rivayet geliyor..
Ya Sabır diyelim, elden başka ne gelir