Hayat gelip geçiyor kocaman soru işaretleri eşliğinde. Bazen
bir gizli özne oluyor , biz anlamasak da bizi oradan oraya sürüklüyor. Aslında
bu hep geçerli. Bir yerlerde durmuş götüm götüm bizi izlediğinden eminim. Elimden gelse tüm insanları öldürürüm
, teker teker. Her birinin gözbebeğinin içine burun deliğimi sokarak. Sonra bir
tek ben kalırım dünya da , sadece ben.”Dünyada ki tek erkek kalsan” geyiğine
inat sadece ben. Zaten.. zaten ne farkı var ki milyarlarca insanın etrafımda
olmasının . Ben insanlardan kaçıyorum , bırakın da bu dünya da sessizliğin
konçertosunu dinleyeyim. Hiç merak etmeyin İsrafil’in Sur’unu gidip çalarım ,
yapmadığım iş değil – yani hiç sur çalmadım ama onu da yapabilirim sanırım.
Bu dünyaya yeni baştan gelmek yıkandıktan sonra aynı donu
giymeye benzer.Kendi kendimi kontrol
edemiyorum. Ama sorarım size ben bir kere giydim , ben şimdi ne yapmış
oluyorum. Bu dünyaya kaç defa geldim ben.. Söyleyin bana, bu milyarlarca
spermin kaçıncısıyım!
Yürüyorum şimdi okyanusun sesine doğru. Bu seste bir büyü
var. Bu seste bir haykırış var. Sanki milyarlarca saf ve temiz duygu bu
okyanuslarda / maviliklerde git gel yapıyor. Ama duyabiliyorum bir yerlerde saf
ve temiz bir şeylerin olduğunu , alabiliyorum yosunların pür pak aşklarının
doğurduğu deniz analarının etrafa salgıladıkları kokuyu.
Beni en çok
kaygılandıran şey bir gün bir deniz anasının tenime yapışması! Hayır Hayır!
Bunu düşünmek bile istemiyorum . Ne tenime bakabilme cesaretim var ne de bir
saf duyguyu daha kirletmeye.
Deniz analarının tende bıraktığı izler Tanrı’nın bir mim’i.
Yani diyor ki bu kulum günahkar , bu kulum suçlu! Böyle bir şey hayatımın en kötü anı olurdu herhalde.
Bunca yıl kaçtığım insanlık , bunca yıl grileştirdiğim ruhum birden gün yüzüne
çıkma ihtimali çok korkunç..Hayır , hazır değilim!
Hiç bir saf duyguya tahammülüm yok benim! Güneşe karartılmış
gözlükle bakan insanlar gibi , yalnızken
aynayı saatlerce seyreden insanlar gibi nefret
ediyorum saflıktan ve doğallıktan.
İşim gücüm nefret
etmek değil her bir şeyden. Sadece bu sahteliği kaldırmıyor sol yanım. Gücüme
gidiyor insan bedeninin bu şekil de kullanılması. İçimize gizlediğimiz ruhların
ceremesini çekiyor sürekli et parçalarımız. Madem sadece et parçasıyız , madem
bu sahte duygular her şeyimizi kaplıyor , o zaman tüm yasakları bir kenara
bırakıp kadınla erkeği daima
seviştiririm. Çünkü, insanları çoğaltmak yine insanların elinde. Çünkü hayatın bizlere biçtiği seviştikten
sonra gidip yıkanmak! Öyleyse insanlık neden kirletiyor bedenini , öyleyse
neden ana rahmine yollanıyor bunca sperm. Hayır Hayır! Bana doğallıktan
bahsetme, az önce keselendim , bir çakıl taşı kadar kimsesizim.
İnanmak istiyorum bazı şeylere.
Bazı şeylerin izlerini düşünüyorum. Saflığımdan kalan o tek
çukura bakıyorum ayna karşısında. Göbeğime.
Çocukken de var
ve yıldızlar ülkesine gidene kadar sende olan tek gerçek. Böyle olacağını
bilsem kestirmezdim. Ana karnında büyüyüp orada ölmeyi yeğlerdim. Elim gidiyor
sürekli bu kara deliğe , engel olamıyorum. Ey Zahir-i Gafiller , en büyük
geyiğimiz değil midir “bu adam göbeğininin deliğinde pamuk tarlası
yetiştiriyor” (Rıhrıhrıhrıh) gülme lan!
Başkalarının zayıf tarafını pörtletmek değil amacım. Anlatmak istediğim , insanlık
içinde ki saflığı keşfediyor , insanlık elini o çukura götürüyor devamlı
insanlığını hatırlamak için. Bende götürüyorum,
kendi insanlığımı anlamak için. Mesafeye dikkat! Bir karış aşağısı
bedenimizin bize oynadığı bir saflık oyunu.
İnanmıyorsan ölç!
İnsanlıkla ilgili en sevdiğim şey onlarla konuşmak. Belki de
aklımızla sınanmamızın en doğal sonucu konuşmak. Bizlere sunulan en gaddar
yalan değil midir “beyaz yalan” diye tabir edip yalan söylemek.
“Beyaz” ve “Yalan” !
Hani Beyaz saflığın simgesiydi. O zaman sorarım size bu
dünya da saflık ne! Saflık kim.
İnsanlık her şey kötü
gittiği zaman uyduracak bir şey daima buluyor. Peki o zaman nedir bu
kafamızda biriktirdiğimiz kelimelerin anlamı ve yeri. Niye * Kim !
Madem bir gün göç edeceksek bu dünyadan o zaman insanlık
neden uyuyor geceleri.
Geceler karanlık.. Geceler sessiz..
Geceyi seviyorum.. Tüm sevmediklerim uyuyor.
“Bu karanlık böyle iyi, aferin Tanrıya!
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum..”
Sessizliğin sesi ancak o zaman.. ancak o zaman içimde ki tüm
insanlığı öldürme fikrinden vazgeçebiliyorum. Belki de bir mesaj. İnsanlık
bazen ölüyor , insanlık her zaman ölüyor bebekleri ve çocukları katlederek. Başkalarına göre ben biraz kaçık
olabilirim ama uyuyamıyorum! Aklımı alıyor saflıkla ve günahsızlıkla
biçimlendirdiğimiz çocukların acı çekmesi. Sorarım size , bir bebeğe tecavüz
eden bir dünyanın neresinde aramalıyım ben bu saflığı. Ama inanıyorum geceye!
Tanrı’nın insanlığı hipnotize ettiği o anlarda uyanık olmayı seviyorum. Bir
yerlerde beni izliyor , tek kurtulmak
istediğim korku bu. Bir yerler de birileri beni izliyor. İşte o zaman
korkuyorum kendimden. İşte o zaman bir kez daha götürüyorum elimi içimde ki
kara deliğin doruk noktasına , en saflığıma , en ilkel yanıma..
Ne kadar çok şey sığdırıyoruz beynimize hiç düşündünüz mü?
Bunu düşünürken bile kelimeler oradan oraya yolculuk yapıyor
iki dudağınızın arasından çıkmak için. Bazen
düşünüyorum da içimde altı milyar insana yetecek kadar küfür var. Hem de en
mahrem yerlerine. Öyle bakma bana. Sadece geceleri gün yüzüne çıkıyor bu yanım.
İsmimin ikinci harfi gibi ay dönüp duruyor tepemde. Korkmuyorum. Ben bazı
şeylerden korkmuyorum konuşmak gibi.
Sadece.. sadece kendimle konuşurken çok çekiniyorum , böyle
önümü iliklemeyi filan düşünüyorum sonra bir bakıyorum uygulamışım. Konuşurken
mesela gözlerimin içine bakamıyorum korkuyorum bana yalan söylemesinden. Yalan
söylediğimi anlarsa bana çok küfreder bu piç biliyorum. Suuss , sus lan sus
duyacak! Susamam hayır!
Ben artık beni anlamasını istiyorum , ben artık gözlerimin
içinde ki kini ve nefreti görmek istiyorum. Bu kadar oyun yeter. Okyanustan
karaya vurmuş balinalar gibi çaresizim. Ama bir yanım hala taze. Vallahi
billahi bak! Etimden sütümden yararlanılabilir , boku bokuna çırpınmak
istemiyorum. En çok utandığım şey
çırpındığımın görülmesi. Çünkü çok battım çıktım ben. Hikâyenin bittiğini
düşündüğüm anda nefes aldım ben ta suyun içinde! En dipten geldim ben bu
karaya. Ama biliyorum bir gün bir siyah mendil çıkacak , bir siyah mendil
sallanacak bana doğru. Yirmi beş yaşındayım ortasında olmalıyım ben bu
okyanusun , başka türlüsü güç başka türlüsü korkutur beni.. Uzaktan insan seslerini
duyuyorum halâ. O halde kimden kaçtım ben. Yirmi beş yaşındayım , ama biliyorum
kıyısında bir yerdeyim milyarlarca kelimenin ve saflığın.. Keşke diyorum
bazen..
Keşke ben
kaçmasaydım insanlardan
Belki o zaman haberdar olabilirdim tatlardan ve kokulardan.
Bir papatyayı örneğin yapraklarını tek tek kopartıp sapını birinin götüne
sokabilirdim. Hayır! Olmuyor işte yapamıyorum. İçimde ki kin, bu insanlara
duyduğum kin bitmek bilmiyor.
Oysa böyle değildim ben , elimde bir demet çiçekle geçmiştim
bütün caddeleri bir papatya prensese vermek için. Ne zordur bilir misiniz elde
bir demet sokakları aşındırmak. Bir zamanlar atıyordu sol yanım. Ama şimdi ?
Anlamıyorum
hiçbir şeyi. Anlamıyorum geçmişimi. Anlamak istemiyorum geçmişte beni
bekleyenleri. Küçük oyunlar oynamak için artık çok geç. Fakat sorarım size
“aşk” sevilesi bir şeyse neden üç
harfli. Hani gelmesinden korktuğumuz için söyleyemediğimiz o üç harfli vardı
ya. Ben çok korkuyordum ondan , o yüzden hep “üç harfliler” dedim onlara. Ama
“aşk” da dedim. Ya gelirse ?
Ya gelirse bir kadın bedeninde..
İşte o zaman siper etmeye hazırım tüm kelimelerimi. Ondan
gayrı bir şeyim yok benim. Yiğitsen uslandır beni!
Ey üç harfli sana sesleniyorum.
Eğer geldiysen bir işaret etmeni istiyorum sol yanıma..
Sadece iki sihirli kelime..
“Seni Seviyorum..”
-----
Bu bir cümle tamamlama mim'iydi.
Güzel soruları için Kedimin Hobi Defteri'ne teşekkür ediyorum.
Bir öncekilerden çok daha iyi ve huzurlu bir yıl dilerim.
Kelimeleriniz daim olsun.