23 Mart 2023 Perşembe

Yalnızlığın Simgesi

öyküm 30.12.2022 tarihinde oggito'da yayımlanmıştır.



Gitmeyen yola mı, bitmeyen yola mı?

Belirsiz titremesine sebep ararken fark etti arabanın motorunu durdurmayı unuttuğunu. Rahatsız olduğu şeyi bildiği halde bir eyleme geçmedi bunu sonlandırabilmek için. Bir sigara mı yaksam diye iç geçirdi camı aralarken. Derin bir nefes çekti içine doğru, verdi geriye sekiz saniye içinden sayarak. Bu taktiği de kendini sakinleştirmek için kullanıyordu çoğu zaman. Dayanamadı, asfaltın sıcaklığını hissedene kadar havanın sıcaklığının farkında değildi. Bedeni uyuşmuştu. Bir sigara yaktı radyonun belirsiz cızırtısı eşliğinde. Çıkan bazı sesleri iç sesine benzetti. Gülümsedi bu duruma. Alışkanlıklarımız mıydı konfor alanımızı belirleyen faktörler yoksa bizler konfor alanımızı oluşturmak için mi belirli alışkanlıklar ediniyorduk? Uzun uzadıya seyrelen, kimisi yeşil olmaya meyilli ama toprağın yanıklığına daha fazla boyun eğemeyip sararan yol kenarlarına uzunca baktı. Okuduğu makaledeki bir söz aklına geldi “..Ve uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar” diyordu. Baktığı yol, gördüğü koca bir hiçlikti. Yol mu hiçliği düşündürtmüştü yoksa hiçliği tamamlanması gereken bir yol olarak mı görüyordu bilemedi. Sigarasının üzerine su dökerek söndürdü. Çevreye biçimsiz savrulmuş izmaritleri görünce söylendi. Gidilecek yolu vardı, gitmeliydi. Becerebildiği en iyi şey bu değil miydi? Gitmek… Bazen tersi olurdu, o kalırdı birileri giderdi. Gitmek ya da kalmak derken salt terk etmek değildi bu. Sözgelimi bir düşünceden gitmekti bazen, ya da bir gülüşte takılı kalmaktı. Böyle zamanlarda değiştirirdi yörüngesini. Pusulası saydam olanın varacağı yer bulunduğu yer değil midir ki?

Terlemişti. Doksansekiz model dizel motorun verdiği gürültü ve sıcaklıkla çekinilmez bir hal almıştı bu yolculuk. Arabaya binip arka iki camı da açtı. Ön torpidodan peçete almak için uzandığında gördü üç sene önce almış olduğu ödülü. En iyi senaryo diyordu üzerinde. Torpido kapağını açık bırakarak şekilde sürmeye devam etti arabayı. Arada dönüp bakıyor, yazdığı şeyleri anımsıyordu. Oysaki sadece bir karakteri oluşturmaktı niyetim diye düşündü çekim sırasında yapılan hatalara da sinirlenerek.  Bir devrimciyi anlatıyordu ama ne devrimi? Sözgelimi sevgi de bir devrim değil miydi? Ya da bir fikri değiştir(t)mek. Bu minvalde ilerlemişti hep karakterin karşısına bir kadın çıkana kadar. Elmacık kemiğinden köprücük kemiğine uzanan yıldızlı bir geçit vardı. Tıpkı sırat köprüsü gibi. Orta kalan boşluk kara delikti sanki. İnsanın inanası gelmiyordu değil mi? Ama inanıyordu karakter. İnanmanın alışkanlığa, alışkanlığın mutluluğa, mutluluğun korkuya dönüşmesine. Hayatın yazılı olmayan üçgenini böyle keşfediyordu.

Artık isteğimizin değil ihtiyaçlarımızın hayatımızı belirlediği, yön verdiği bir dönemdeyiz’ diye başladı yazmaya, vazgeçti. Sildi. Bulunduğu yer Aydın’ın Koçarlı ilçesine bağlı Güdüşlü köyüydü. Sessizliği ile nam yapmıştı burası. Öyle ki giden arkadaşları yalnızlığı, sessizliği yazan kesimin nefret ettiği (gürültülü yalnızlık, benim yalnızlığım kalabalık vs.) betimlemeleri kullanarak burayı kendisine söylemişlerdi bir yandan açıklamak için başka bir cümle bulamamanın verdiği mahcuplukla.

 “Köyün sessizliği o kadar ürkünç ki insan bir ses duymak istiyor” demişlerdi. “Ağustos ayında gökyüzündeki yıldızlar senin filmdekilerine benzemez.”

Bu çok hoşuna gitmişti. Bir sipariş roman yazması gerekti. Yalnızlığı yazamayan yalnız bir yazarı yazmaya çalışacaktı. Parası bitmişti, ‘elimden başka bir iş gelmez’i kendine o kadar inandırmıştı ki gelmiyordu. Yalpalanıyordu. Düşse belki kalkmayı deneyecekti ama onunki yarım kalmaktı.

Açtığı şarkının kendisine verdiği hafiflikle ilk cümlesini yazdı:

“Bakışınla aydınlattığın dünyamın kirpiğinle buluşması gibi…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder