“Zamanın eli değdi
bize” diye kulaklığında çalan şarkıya eşlik etti Çetin metronun kapısı
açılırken. Kulaklık takılı olduğundan acaba sesli söyledim mi diye tekini
çıkartıp aynı ses tonuyla şarkıyı devam ettirdi; “çoktan değişti her şey..”, geriye taktı. Kimse suratına şaşkınca bakmıyordu. Birinin ona baktığını
görmeyeli de uzun olmuştu. İnsanlar gelirdi geçerdi kıyısından köşesinden.
Birçok şey söylerlerdi. Dinlemezdi çoğu zaman, belki kimi zaman gülümserdi. Bir
organıymış gibi bağlandığı kulaklığını takıp müziğini açardı. Müzik listesinin
köşesinde kocaman yeşilce yazan “karışık çal” en sevdiği tuştu. Kimi zaman
Neşet Ertaş, kimi zaman Metallica. Olay müziğin evrenselliğinden ziyade dış
dünyadan onu koparmasıydı, o yüzden şarkı sözlerine de çok önem vermezdi.
Gayrettepe metrosundan
metrobüse doğru gidiyordu tünelin içerisinde. Başını yerden kaldırıp kısa da
olsa insanları seyretti. Ne çok acelesi vardı herkesin her şeye karşı. Yere
monte edilmiş ve üzerinde giden herkesi biraz daha hızlı götüren yürüyen banda
hayretle baktı. Üçe ayırdı bu grubu. Kimisi şuan kendisinin yaptığı gibi
adımlarının yarattığı hızla gidenler, yürüyen banda binip yürümeden tamamen
aletin çabasıyla gidenler ve yürüyen bantta bile yürüyerek zamana kafa
tutanlar.
“Aynı değiliz ikimiz
de” dedi şarkıda. Liste başa dönmüştü sanırım, ya da gözlemlediği durumu
beynine resmedebilmesi için bir uyarıydı bu. Kimse aynı değildi. Kimisi zamanın
kendisini kovaladığını düşünüp acele ederdi, kimisi zamanı kovalamanın
hengamesiyle doldurmaya çalışırdı boşluğunu.
Yürüyen merdivenden yürüyerek
ulaştı durağa. Bir zafer kazanmış gibi gülümsedi. “Artık geri ver, geri
veremezsin aldıklarını” dedi. Beş dakika öncesine gitti aklı, artık yoktu içine
sıkışmış olan zamanın zerresi. Önü kalabalıktı. En kalabalığın ilerisine doğru
ilerledi, metrobüsün en arka tarafına. Kendince bir çözümleme yapmış, durağa
yanaşan birinci metrobüsle onun hemen arkasına yanaşan aracın arasında bir yere
konuşlanmıştı. Amacına ulaştığı zaman yeni bir yolculuğa çıkmış gibi
telefonundaki programın karışık çal tuşuna basardı. Yeni yolculuklar her zaman
yeni başlangıçtı onun için. “Zamanın eli değdi bize” dedi yine kulaklığın
arkasındaki büyülü müzisyen. Gülümsedi. Farkındaydı, yapılan her şeyde,
kaçtığımız, yanıldığımız, yenildiğimiz her şeyin içinde zamanın eli vardı. Sağ
elini zamanın eline değmek istermiş gibi havaya kaldırdı. Dikkat çekmemek için
de bileğini sağa sola titreştirerek saatinin yerine oturmasını sağladı. Yaptığı
hareket sonrası kullandığı nesnenin de bir saat olması düşündürdü. Kulaklığını
çıkardı Çetin ineceği yere iki durak kalmışken. Sırtı kendisine dönük kadına
dokunup ona yer vermek istedi ama çekindi. Onun yerine oturduğu yerden ayağa
kalkıp sabitçe bekledi. Bekledi. Bekledi. Fark edilene kadar bekledi. İnsanlar;
gelirdi geçerdi kıyısından köşesinden. Birçok şey söylerlerdi. Dinlemezdi çoğu
zaman, belki kimi zaman gülümserdi. Bir organıymış gibi bağlandığı kulaklığını
takıp müziğini açardı. Dış dünyanın sesi müziğe dönmüyordu. Korna sesleri ve
insan seslerinin karışımı çıkan ses ürkütücüydü. Adımlarını hızlandırdı.
Hızlandırdı. Koşmaya başladı. Kendisini tanıyan birkaç kişiyi hızının verdiği
durumdan ötürü pek seçemedi. Ne düşündüklerini düşünecek vakti yoktu. Kaçmak
istedi Çetin, yol almak. Hissedebildiği tek güzel şey bir yerlere varamamanın
verdiği mutluluktu. Sonsuz bir boşluktaymış gibi çırpıyordu ayaklarını sert
zemine. Nefesinin kesildiği an duraksamak zorunda kaldı artık. Nefesi kesilen
bir akciğer hastasının oksijen maskesine sarıldığı gibi kulaklığına sarıldı.
Karışık çala bastı yine. Bu sefer bağıra bağıra söyledi sözlerini:
“Artık geri ver
Geri verilmez hiçbir yanılgı
Yokluğuma emanet et
Sende benden kalanları
Her şeyi al
Bana beni geri ver
Bir şansım olsun.”