22 Kasım 2015 Pazar

Gece Gökte Yıldızlarda Dinleyin Dertlerimi


Sadece moralinin bozuk olduğu zaman sade soda içerdi Ali. Elindeki şişesinin önündeki reklamını sökmeye çalışıyordu sağ baş parmağıyla. Yanında en az on beş dakikadır oturuyordum, geldiğimi de fark etmiş ama bir şey demiyordu bir türlü. Tuhaf olan bende bir şey demesi için bir telkinde bulunmadım. Öylece oturdum yanına. ‘Sırma’ yazının ‘ma’ kısmını kazımıştı tırnağıyla. “Sır” kısmı adamakıllı belli oluncaya kadar kenarlarını ivedilikle yoldu. Dünyayı kurtaracakmış gibi titizlikte yapıyordu bu işlemi. Bende her şey normal seyrinde gidiyormuş gibi Ali’yi izliyordum. Dudağını büktü, “Sır” dedi bana doğru bakarak. Bir şey demedim. “Sır” dedi yine aynı kararlılıkta. Yine bir şey demeyince bu sır dolu konuşmayı sonlandırıp söze girdi.

“Sana bir sır vereyim mi Tolga” dedi. Sol elimi ‘buyur’ der gibi uzattım, anladı. “Ben bu dünyanın ebesini sikecem. Ebesini sikecem ki dünyayı doğurtmasın, herkes kurtulsun.”
“Bu bir sır değil ki olum” deyip sert çıkışını yumuşatmaya çalıştım, belli ki birine sinirlenmişti yine. “Ciddi söylüyorum” diye diretti. “Öldürmeye kalksam, dünyanın kökünü kurutana kadar bu eylemi sürdüremem değil mi? Kusura bakma aga kurunun yanında yaşta, herkes ölsün.”
“Ne oldu olum” deyip sesimi samimileştirip sırtını ovaladım.
“Amına koyayım” diye başladı cümleye, daha doğrusu başlamaya çalıştı ama devamı gelmedi. Bilemezsiniz o duyguyu. Daha doğrusu bilebilirsiniz niye öyle dedim şimdi bilmiyorum, neyse. Yani ben böyle deyince küfretmiş gibi oluyorum ya, o küfür değil aslında. Amaaan neyse

Elindeki şişeyi fırlattı. Şişe kırıldı, yola saçıldı. “Elimin ayarını sikeyim, dur şunları toplayayım da araç geçerde tekeri patlamasın” dedi. Gözlerim doldu. Hakikaten oturduğum kaldırımda hüngür hüngür ağlayacaktım. Bu geçmişini siktiğimin Ali’si hala nasıl böyle merhabetli oluyor bir türlü çözemedim. Az önce parçaladığı şişeyi gidip topladı ki gelen geçen arabanın tekerlekleri zarar görmesin. O herkesi, hatta Ali’nin ailesi herkese böyle merhametliydi ama kimse göremedi.
Onların yokuş aşağı yuvarlanışları köylerinden kovulmakla başladı. Tunceli’de köylerinden kovuldu gerilla’ya destek veriyorlar diye. Yapma etme komutan nere gideriz dedi de ne oldu. En son siktirin gidini çektiler. Fazla irdelemeyeceğim bunları. Ali zaten İstanbul’da okuduğu için ailesi buraya geldi. Serdar amca bir lastikçiye girdi çalışmaya. Arada Ali’de gidip yardım ediyordu babasına. Attılar sonra Serdar amcayı oradan. Kürt diye. İstememiş çok değerli göçmen mahallesi aralarında kürdü. Pazarlara çıktı sonra, hamallık yaptı ailesine bakabilmek için. Beli sakatlandı yine de yılmadı. En son bir inşaat firmasına girdi bekçilik yapmak için.


“Ne oldu olum” dedim yine, ses tonumdan anladı benimde canımın sıkıldığını. Attı elini sırtıma, yok olum bir şey. “Lan söyle” demeye kalmadan ağlamaya başladı. Yine “amına koyayım” dedi. Son bir dürtüyü bekliyordu benim yaşlarda. “Çıkarmışlar babamı işten” , “ha siktir, yine ne oldu lan” dedim. Yüzünü buruşturdu. “Orospu çocukları babamı çıkarıp onun yerine eğitimli köpek almışlar, daha az masraflıymış” dedi. “Vay amına koyayım” dedim. Sektirmeden aynı hızda tekrardan dedim. Yorulmadım bir daha dedim. Bıkmadım bir sefer daha söyledim. Emin olamadığım için tekrardan, tekrardan, tekrardan. Amına koduğumun dünyasının vajinasına denk getirene kadar koydum. Ciğerim söküldü, o kadar tuhaf oldum ki ağlayamadım. Elimi arkaya yaslayıp yıldızlara baktım. “Çok uzaklar, şunları bir yaklaştıralım Ali’m, bize böylesi reva”

Ateşledi bir cigaralık. Dördüncü nefesten sonra yıldızların arasından parlak, pürüzsüz bir şey çıktı. “Bak Ali’m benimki oraya yetişmez, sen dene dedim.” Kahkahayı bastı. Bir baktık yıldızlar dökülüyor avuç içimize. “Ver bir nefes” dedim. Verdi.. Bir nefes daha.. Çoban yıldızına anca yetişti. Başaramadım, koyamadım.

12 Kasım 2015 Perşembe

Demedim mi Haydar, bu İstanbul yakar adamı..

Kolumdan tutup çekti, “abi beş liran var mı karnım aç” dedi elindeki beze döktüğü tineri çekerken. Gayriihtiyari “yok olum” dedim, “çekme şu zıkkımı yazık değil mi?”
Anlayamadı beni, zaten anlamasını da beklemedim. Hoş bizler anlıyoruz ya da anlamaya çalışıyoruz da ne oluyor? Bizler de deliyiz, o balici tinerci diye nitelendirdiklerimiz de deli. Her şeyin bir kırılma – kopma noktası var. Kim bilir hangi süreçlerden geçilir de o sürece gelinir diye düşündüm bir yandan.
“Abi beş lira ver çorba parası” dedi yine. Bu sefer ciddi ciddi ikna etmek için yüzüne baktım. Yüzüne baktığım an sol elinde tutup kokladığı bez kadar kirlendi yüreğim. Burak’tı bu, çocukluğumda bıkmadan usanmadan beni ultraslan tayfasına dövdürten kişi.
Ne yapacağımı bilemedim, bi kötü oldum. Onun olduğundan emin olmak için suratının bütün ayrıntılarını inceledim zira yüzü gözü kapkara olmuştu kirden. Tanıdığım Burak çevikti, devamlı gülümserdi piç piç etrafa. Saçı devamlı jöleli olurdu. Emin olabilmek, daha doğrusu en azından bir saçlı görebilmek için kafasındaki yarısı yırtık kepi çıkardım?
“napiyosun be abi bırak, iyi ki bir beş lira istedim” dedi.
“lan dallama, benim ben Tolga; Küçük Çekmece’den, tanıyamadın mı?”
Göz bebekleri sesime doğru hareketlendi, karşısında bir insanın olduğunu biliyordu ama insanı insan yapan dış suretine odaklanabilmek için kafasını bir türlü toplayamıyordu. Gözleri uzun uğraşların sonucunda gözlerime takıldı, suratı mahçup bir hal aldı. Beni tanıdığını zannedip niyeyse teselli mahiyetinde başımı sallayıp gülümsedim. 

“abi, beş lira ver karnım çok aç” dedi yine.
“Burak senin geçmişini sikeyim, sik var çekiyorsun bunu, ne yapmışsın lan kendine” dedim.
Ağzını hafif araladı, yaklaşık yedi sekiz saniye açık kaldı ağzı. Yine para isteyeceğini düşündüm. “Bitirdiler beni, harcadılar abi” dedi. Tanıyamadı beni, tanıyamayacaktı da ama ben tanıdım. Sol koluna vurduğum döner bıçağının izi ilk günkü tazeliği gibi duruyordu hala.
“Geç otur şuraya” dedim az ilerideki çimenliği göstererek. Çimenliğe oturdu, yanına çöktüm. Beklediğim taksim arabası geçmişti, bir sonrakine on beş dakika var nasıl olsa deyip Burak’la konuşmaya başladım.

“Bitirdiler abii beni” dedi yine. Lafı bittikten sonra mont cebinden bir hap çıkartıp ağzına attı. “Bitirdiler abii beni” dedi yine, akabinde bir hap daha. Bunu üç kez daha tekrarladı.
“Hep siz çektiniz amına koyayım” dedim. Cümlemdeki “çektiniz” kelimesi ona başka bir şeyler hatırlattığı için eline sımsıkı sardığı bezi bana doğru uzattı. Burundan bir fırt çektim, genzim yandı ama tinerin etkisi çoktan geçmişti. “Ne oldu lan sizlere, her biriniz ayrı dağıldınız. Kiminiz torbacı, kiminiz mapusta, kiminiz keş oldunuz. Garip olan ben miyim bok var içiyorsunuz, ne hapı o ne atıyon olum beş dakikadır ağzına” dedim. Bir tane çıkardı gösterdi bana. “Ver lan dedim” verdi, o sinirle hapı attım ağzıma, yuttuğumu anladığım an psikolojik olarak bir şey oldu bana, gaza geldim. Kaybettiğini düşünüp kendini heba edenlere sinirlendim. Kaybetmenin ne olduğunu bilmeden kaybettiklerini düşünenler için attım ağzıma o hapı. Benden gördü, bir tane daha attı. “Ulan it oğlu it, ölecen” dedim. Çıkardı bir tane daha bana, bir tane daha salladım ağzıma. “Al, ne oldu sıkıntım derdim bittimi bu hapı atınca?” Tinerli bezi uzattı, bu sefer ağzımdan burnumdan çektim. Hafif titretti. “Abi dedi, bitirdiler beni.”

“sikerim abini pezevenk” dedim. “artistliğinden geçilmiyordu semtte, az kovalamadınız beni.” Gülümsedim o an, harbiden de dünyanın en mutlu insanı oldum bir anda. Bana doğru baktı, yüzüme baktığımda gözlerindeki korkuyu gördüm. “Beş lira ver abi ölecem” dedi. Cebimden gelişi güzel çıkardım, on iki lira verdim. Az önce yüzümde oluşan gülümsemenin yansımasını onun yüzünde gördüm. Yüz metre ileride durağın arkasındaki bisikletli birinden tiner aldı. Tinerin de kaçağı varmış amına koyayım. Kapağını açıp kokladı. “Bitirdiler abiiiiii” diye bağırdı. “Geçmişini sikeyim Burak” dedim tekrardan. Eline rastgele bocaladığı bezi verdi. Bu seferki çekişim iflahımı sikti. Midem bulandı, kusacak gibi oldum. Aklıma mideye yuvarladığım hap geldi. Kutusunu gördüğüm hapı çıkardım montunun cebinden. “Bu ne lan” diyerek sesli düşündüm. Burak tinere odaklanmıştı. Az önce mideye yuvarladığım hap mide hapı, adı metpamid, mide bulantısına iyi gelir arada kullanırım. Şaşırdım. Şaşkınlığımı anladı, “tinerle çekince extasy kafası yapıyor abi” dedi. 
Vay amına koyayım dedim yine, hüznü ve şaşkınlığı aynı anda yaşadım. 5 liraya 200 liralık kafa yaşıyorlarmış meğerse. Attığım hapın fos çıkmasına bir yandan da sevindim. Bu ani çıkışlarım yüzünden zaten bir gün müptezel olacağım. Bir keresinde de bizim orada Atatürk parkında, 12-13 yaşındaki çocuklara fırçaya atarken bonzai çekmiştim. Bir bokta olmamıştı. On liraya kimyasal ve iki dal sigara. Buradaki çocuklar neden bu kadar ucuza gidiyor anlamıyorum. Yanlış anlamayın, ellerinde kokoin çekme imkanı olsa çekmezler, buradakilerin yoksulluk ruhlarına işlemiş. Hep bir derbeder, hep bir uçuş havası. Doksanların sonlarına doğru ergenlikte olanlar kötü nesildi, sokak kültürü son demlerini yaşarken o dönem çocuklarının çoğunun ciğerini deşti. Kimisi müptezel oldu, kimisi katil. Kaldıramayacakları yükleri bindirdiler omuzlarına. Şarkıda da diyor ya, “bizim de boyumuzu aştı bu şehir, yerlere serildik madara olduk..”

08.11.2015

Taksim öncesi..

8 Kasım 2015 Pazar

Bolca Kızıl İçerikli Şiir


Saklı bahçelere benzettim yüzünü
Komşu teyzelerin günü geçmiş umutlarının arasında aradım
Dalından koparılıp yenmeyi bekleyen taze,
Diriydi ellerin.
Ellerini tuttuğun yerde yeşeriyordu mevsimler.
Bir ad aradım, bir san
Saçının rengi ki militan,
Özerkliğine kavuşmak için can pare
Boynun kızıl;
Gri bir yansımayı delip geçmiş tüm saç tellerin
Kaç renkten geçmiş,
Kaç rengi delip geçmiş
Bütün suların mavisinin buharından mı türemiş
Hangi kuzunun yemlendiği o masum yeşili almışta,
Bütün aşklara ilham veren o renkten; kırmızıdan koşa gelmiş,
Kızıl dedim, kızıl.
Mayhoş akşamların,
Mavinin canını alıp yansıyan;
Yakamoza şapka çıkartan
Hangi güzelliklerle çatışıp gelmiş.

Kızıl dedim, kızıl.
Cumbalı sokakların
Köşe başlarındaki o masum,
Cenabet türemiş delikanlılar kadar
Fırfır yüreğim.
Adına abdestliyim
Ağzım burnum şahittir ki
Yenilmedim.
Adın dedim, adın
Yedi bölgenin ezgisini mırıldayan
Gecenin siyahını koynunda taşıyan
Ve bir anne sütü kadar kıymetliyken sevmelerim
Cami avlusuna bırakılan bir vesveseydi son dileğim;
Adın; kızıl.

t.yazıcı
08.11.2015

Taksim Hatırası..

1 Kasım 2015 Pazar

İp Attım Ucu Kaldı Tarakta Gücü Kaldı

“Olum manyakmısın, ne işin var burada” dedi Tuğba elindeki beyaz şalı omzuna atarken”
Onunla karşılaşacağımızı, daha doğrusu böyle yüz yüze gelip bakışacağımızı düşünmediğim için bocaladım. Halbuki tam takı zamanının gelmesini beklemiş, hem olası karşılaşmadan hem de beni tanıyan akrabalarından biraz olsun sıyrılmak istemiştim. Tabi ki her şeye olduğu gibi buna da geç kalmıştım.
“Ne var kızım seni görmeye geldim” dedim gözlerimi ondan kaçırarak. Gözlerine bakmaya dayanamadığını bildiği için inadıma yaklaşıyordu bana doğru. Birden kokusu vurdu ciğerime. Zalımın kızı, kokusu hiç değişmiyor. Bu parfümü de ben hediye etmiştim ona, çok beğenmiş ve kullanmaya başlamıştı devamlı.

İnsan bir şey demek ister de bir türlü diyemez, hani böyle hem komik hem trajikomik bir durum olurda onu anlatamaz ya (bilmem surat ifadesini anlatabildim mi) aynı öyle bir surat ifadesiyle çıkıştı:
“Tolga bilmiyorum farkında mısın ama eski sevgilinin düğününe geliyorsun. Hangimiz bunu normal karşılar ki? Sen yalan söylemeyi beceremezsin, söyle bakayım bir diyeceğin mi var. Lan yoksa bu nikah kıyılamaz geyiğine mi düşeceksin (burada akrabalarından biriyle selamlaştı, hazır bana bakmıyorken baktım) ha ne diyordum. Hayırdır?”
Tokalaşmadan sonra ona dikine dikine baktığımı görünce, her zaman yaptığı gibi sol alt dudağını yedi, “tamam tamam yemeyeceğim” dedi. Kızdığımı biliyordu tırnaklarını ve dudaklarını sürekli yediği için. Bakışlarımı biraz olsun yaklaştırdım gözlerine doğru. Sanırım sağ yanağına bakıyordum. Bir yandan da kamçılıyordum kendimi gözlerine doğru bakabilmek için ama yok, nafile. Aniden karşılaşmanın verdiği heyecan ve korkunun yüzünden bir türlü gözlerine bakamıyordum. Ya da ne bileyim. Sanırım sanıldığı kadar güçlü biri değilim, en azından bunu kendime söyleyebiliyorum.

“Yazmam lazım Tuğba” dedim suratımı ciddileştirip bakışlarımı elmacık kemiklerine kadar çıkaracak şekilde. Kararlı şekilde söylediğimi görünce söylediğim şeyin ciddiyetinin nasıl olabileceğini düşündü, ne demek yani yazmam lazım?
“Nasıl” dedi fonda çalmaya başlayan Mustafa Cecili’nin demode şarkısı eşliğinde.
“Çok uzun zamandır kendimi zorluyorum ama olmuyor. Hakikatli bir şeyler yazmam için acı çekmem lazım, hepsi bu” dedim. Yüzü on saniye içinde öyle haller aldı ki, bir kez daha kendimden nefret ettim. Bir kez daha nefret etmenin verdiği o iğrenç hazzı yaşadım.
“Sen ne manyak adamsın lan, hiç adam olmayacak mısın oğlum. Neyin kafasını yaşıyorsun senelerdir. Vampir misin amına koyayım, kanla mı besleniyorsun. Hoşuna mı gidiyor bana acı çektirmek.” Dedi. “Çektirmek” kelimesini tamamlamadan yarıda kestirdim. “Karşılaşacağımızı düşünmedim, benim hatam. Takı sırasında gelecektim sözde, o sıra gözün altınlarda filan olacağından bolca hüzün depolardım” dedim.
“Beni sen terk ettin hıyar herif, neyin hüznünü yaşayacaksın.”
“Ne bileyim kızım, ne yapayım benim olayımda bu.”
“Bir kere mutlu olmayı denesen, belki becerirsin” dedi. Gözlerim hala elmacık kemiğinin orada (lan bu gözün altında ki kemik elmacık kemiği dimi? Oraya baktım da) olmasına rağmen anlayabiliyorum mimiklerini.
“Haklısın” dedim, “benim hayatıma giren herkes haklı, bilirsin. Asla aksini söylemem.”

“Nasıl yazacaksın peki, bu konuşmaları aklında tutabilir misin?” dedi. Bu sırada biri yanına gelip kulağına bir şeyler söyleyip gitti, ileriye doğru bir adım attı belli ki gidecekti. Sağ montumun cebinden telefonu çıkartıp ses kaydediciyi gösterdim. Tam 6 dakika 25 saniyedir konuşuyorduk kaydediciyi gösterdiğimizde.
“Sen manyaklık konusunda aşmışsın” diyecekti. Sesi titredi, kötü bir ses tonuydu bu, hissettim. Göz bebeğim göz bebeğiyle kavuştu. Onunla ilk tanışmamız, ilk flörtümüz de böyle başlamıştı. Tek bir bakış atarak almıştım aklını (hehehe yalandan kim ölmüş)
Gözlerine iyice bakınca gördüm benim hakikaten orada olmadığımı. Suretimi taşıyan göz bebekleri genelde hüzün kokar, göz bebeği kokar kokumun kokusuna karıştığı kadınların(çok iddialı oldu ama o kadar değil %30 unu düşün) yine de gözleri dolu doluydu. Bir keresinde “hakikaten aradığım adamsın lan davar” demişti bana. Cümlesini tamamladıktan sonra cep telefonundan Orhan Veli Kanık’ın ‘öyle bir zamanda gel ki’ şiirini dinletmişti. En derinimde yetiştirdiğim ve küflenmeye yüz tutan hüzünlü kelimelerimi sunmuştum ona. Sanırım orada kaybetmiştim. Ne yapsam bir hüzün, bir fluydu benim hayatım. Bir türlü netleştiremedim kendimi, sevgimi. Çok denedim. Allah belamı versin ki çok denedim ama beceremedim.

Dudağını yemeye başladı tekrardan, kafamı hafif sağa yatırıp bakışlarımla “yeme” dedim, anladı bıraktı. Söylenecek sözlerin tükendiğini ikimizde anladık, tam ayrılmak üzereyken Ankara’nın havası çalmaya başladı. Ulan dedim içimden, tam da havasıydı halbu ki, burada bir romantik bir şarkı patlasa, ayaküstü iki tane roman yazarım, ama olmadı çalan ankaranın bağlarıydı.
“Nasıl yardımcı olabildim mi sana Tolga bey” dedi alaycı bir tavırla, “yazabilecek misin”
“bilmem” dercesine dudağımı büktüm. Bi kötü oldum, kulağımın dış cephesinde ankaranın bağlarının müziği vardı ama içinde sözleri yankılandı durdu;
“İp attım ucu kaldı,
 tarakta gucü kaldı
Ben sevdim eller aldı
Yürekte acı kaldı
Ben sevdim eller aldı
Acısı bana kaldı”
Böyle bir ritimde bile bu sözlere odaklanabildiğime göre hâlâ manyaksın oğlum dedim kendi kendime, sen bitmişsin, girmiş göte dedim. Niye bilmiyorum gözlerim doldu. Mustafa Cecili’miydi beni etkileyen bilmiyorum. Ankaranın bağları hayatımda duyduğum en duygusal müzikti o’an benim için. Ulan nasılsa o sözler gözlerimin önüne geliyordu film şeridi gibi. “Ben gidiyorum” dedi. “İzin verirsen kendi düğünümde oynayacağım.”
“Hoşça kal demek için ağzımı araladım ama sanırım ip attım ucu kaldı çıktı ağzımdan” ya da bilmiyorum. Diktim gözlerimi kömür karası gözlerine. Hiçbir şey hissetmemenin verdiği sertlikte attım adımımı geriye doğru. Hiçbir şey hissedemiyordum ben. Hiçbir şey. Hiç kimseye. Hiçbir şey.


Arkasından seslendim;
“akşam gir benim bloğa yazacam bunları, ismini değiştiricem merak etme.” Döndü bana doğru. Ses tonumu biraz yükselterek “yeme amaaaa” dedim a yı uzatarak. Anladı, dudağını dişlemeyi bıraktı. Devam etti, atabarı oynuyorlardı. Halay başının iki soluna geçti. Üç sağa bir sola kuralına uydu.