Sadece
moralinin bozuk olduğu zaman sade soda içerdi Ali. Elindeki şişesinin önündeki
reklamını sökmeye çalışıyordu sağ baş parmağıyla. Yanında en az on beş
dakikadır oturuyordum, geldiğimi de fark etmiş ama bir şey demiyordu bir türlü.
Tuhaf olan bende bir şey demesi için bir telkinde bulunmadım. Öylece oturdum
yanına. ‘Sırma’ yazının ‘ma’ kısmını kazımıştı tırnağıyla. “Sır” kısmı
adamakıllı belli oluncaya kadar kenarlarını ivedilikle yoldu. Dünyayı
kurtaracakmış gibi titizlikte yapıyordu bu işlemi. Bende her şey normal
seyrinde gidiyormuş gibi Ali’yi izliyordum. Dudağını büktü, “Sır” dedi bana
doğru bakarak. Bir şey demedim. “Sır” dedi yine aynı kararlılıkta. Yine bir şey
demeyince bu sır dolu konuşmayı sonlandırıp söze girdi.
“Sana
bir sır vereyim mi Tolga” dedi. Sol elimi ‘buyur’ der gibi uzattım, anladı. “Ben
bu dünyanın ebesini sikecem. Ebesini sikecem ki dünyayı doğurtmasın, herkes
kurtulsun.”
“Bu bir sır değil ki olum” deyip sert çıkışını yumuşatmaya çalıştım, belli ki birine sinirlenmişti yine. “Ciddi söylüyorum” diye diretti. “Öldürmeye kalksam, dünyanın kökünü kurutana kadar bu eylemi sürdüremem değil mi? Kusura bakma aga kurunun yanında yaşta, herkes ölsün.”
“Ne oldu olum” deyip sesimi samimileştirip sırtını ovaladım.
“Amına koyayım” diye başladı cümleye, daha doğrusu başlamaya çalıştı ama devamı gelmedi. Bilemezsiniz o duyguyu. Daha doğrusu bilebilirsiniz niye öyle dedim şimdi bilmiyorum, neyse. Yani ben böyle deyince küfretmiş gibi oluyorum ya, o küfür değil aslında. Amaaan neyse
“Bu bir sır değil ki olum” deyip sert çıkışını yumuşatmaya çalıştım, belli ki birine sinirlenmişti yine. “Ciddi söylüyorum” diye diretti. “Öldürmeye kalksam, dünyanın kökünü kurutana kadar bu eylemi sürdüremem değil mi? Kusura bakma aga kurunun yanında yaşta, herkes ölsün.”
“Ne oldu olum” deyip sesimi samimileştirip sırtını ovaladım.
“Amına koyayım” diye başladı cümleye, daha doğrusu başlamaya çalıştı ama devamı gelmedi. Bilemezsiniz o duyguyu. Daha doğrusu bilebilirsiniz niye öyle dedim şimdi bilmiyorum, neyse. Yani ben böyle deyince küfretmiş gibi oluyorum ya, o küfür değil aslında. Amaaan neyse
Elindeki
şişeyi fırlattı. Şişe kırıldı, yola saçıldı. “Elimin ayarını sikeyim, dur
şunları toplayayım da araç geçerde tekeri patlamasın” dedi. Gözlerim doldu.
Hakikaten oturduğum kaldırımda hüngür hüngür ağlayacaktım. Bu geçmişini
siktiğimin Ali’si hala nasıl böyle merhabetli oluyor bir türlü çözemedim. Az
önce parçaladığı şişeyi gidip topladı ki gelen geçen arabanın tekerlekleri
zarar görmesin. O herkesi, hatta Ali’nin ailesi herkese böyle merhametliydi ama
kimse göremedi.
Onların
yokuş aşağı yuvarlanışları köylerinden kovulmakla başladı. Tunceli’de
köylerinden kovuldu gerilla’ya destek veriyorlar diye. Yapma etme komutan nere
gideriz dedi de ne oldu. En son siktirin gidini çektiler. Fazla irdelemeyeceğim
bunları. Ali zaten İstanbul’da okuduğu için ailesi buraya geldi. Serdar amca
bir lastikçiye girdi çalışmaya. Arada Ali’de gidip yardım ediyordu babasına.
Attılar sonra Serdar amcayı oradan. Kürt diye. İstememiş çok değerli göçmen
mahallesi aralarında kürdü. Pazarlara çıktı sonra, hamallık yaptı ailesine
bakabilmek için. Beli sakatlandı yine de yılmadı. En son bir inşaat firmasına
girdi bekçilik yapmak için.
“Ne
oldu olum” dedim yine, ses tonumdan anladı benimde canımın sıkıldığını. Attı
elini sırtıma, yok olum bir şey. “Lan söyle” demeye kalmadan ağlamaya başladı. Yine
“amına koyayım” dedi. Son bir dürtüyü bekliyordu benim yaşlarda. “Çıkarmışlar
babamı işten” , “ha siktir, yine ne oldu lan” dedim. Yüzünü buruşturdu. “Orospu
çocukları babamı çıkarıp onun yerine eğitimli köpek almışlar, daha az
masraflıymış” dedi. “Vay amına koyayım” dedim. Sektirmeden aynı hızda tekrardan
dedim. Yorulmadım bir daha dedim. Bıkmadım bir sefer daha söyledim. Emin
olamadığım için tekrardan, tekrardan, tekrardan. Amına koduğumun dünyasının
vajinasına denk getirene kadar koydum. Ciğerim söküldü, o kadar tuhaf oldum ki
ağlayamadım. Elimi arkaya yaslayıp yıldızlara baktım. “Çok uzaklar, şunları bir
yaklaştıralım Ali’m, bize böylesi reva”
Ateşledi bir cigaralık. Dördüncü nefesten sonra yıldızların arasından parlak, pürüzsüz bir şey çıktı. “Bak Ali’m benimki oraya yetişmez, sen dene dedim.” Kahkahayı bastı. Bir baktık yıldızlar dökülüyor avuç içimize. “Ver bir nefes” dedim. Verdi.. Bir nefes daha.. Çoban yıldızına anca yetişti. Başaramadım, koyamadım.