Hiç bakmayın öyle, başlarda
benim de aklıma gelmedi yaşanmışlığı yazmak. Ne güzel kurguyla hikayeyle devam
ediyordum, kendim kaşındım; ne deseniz haklısınız.
Gerçi her şey Birol Tezcan’ın suçu. Ot’ta (dergi)
“Hastane Hikayeleri” diye bir köşesi var, o’nu okudukça benim yaşanmışlıklar
yukarı yukarı çıktı. Dayanamaz hale geldim artık, inanın yazmasam delirecektim,
geceleri rüyalarıma girmeye başladılar. Sikeyim böyle işi, hiç bu kadar zorlanmamıştım.
Şuanda şu cümleyi yazarken bir yandan da acaba başlığı ne
yapsam diye düşünüyorum. Neyse, en son bir kılıfa sokarız onu da. Oturduğum
mahallenin %80’i Artvin’liydi o zamanlar, yani çocukluğumda. Benim büyükbabam
filan sağolsun, ev yapmış; başımızı sokacağımız bir yer bırakmış çok şükür.
Tabi İstanbul’a geldikleri zaman bundan bi yetmiş sene öncesi filan, ben
Sefaköy’deyim, az yanımız Florya; bazen derim ulan az daha ileride bir ev
yapsaydınız ne olur. Sormuştum bir sefer babama bu durumu, o da söylemişti hem
oturduğumuz evin hikayesini, hem çevresini. E tabi Artvin’den İstanbul’a
gelince ne yapsınlar, nerede çok memleketli var oraya yerleşmişler. O yüzden
çevremizin çoğu Artvin’liydi o zamanlar. Şimdi yarısından çoğu gitti. Kimi
göçtü gitti bu diyardan, kimisi semte dayanamadı başka yerlere gitti.
Çocukluğumuzda top oynadığımız hiçbir araziden şuan eser yok. Eskiden okuduğum
İlkokul piknik niyetine ikiyüz metre aşağıdaki kavaklığa götürürdü bizi, bunu
gezi niyetine sayar sevinirdik. Şimdi orası evlendirme dairesi oldu. Çok şey
beklemiyorduk lan. En büyük gayemiz, Summani Kırtasiyeden taksitle aldığımız
halısahalarımızın çabuk parçalanmamasıydı. O halısaha ayakkabı bir yıl yetmek
zorundaydı çünkü.
Tabi herkes birbirini tanıyınca, bazı işlerin demirbaş
kişileri de hep belliydi. Mesela mahallenin sucusu belliydi herkes oradan su
alırdı, bakkalı belliydi, tuhafiyecisi belliydi, ayakkabıcı belliydi. Bir de
mahallemizin boyacısı vardı. Adı Topçu. Her seferinde cevabı verse de ben
bıkmadan usanmadan sorardım. “Ya Topçu abi, senin adın hakikaten Topçu mu? O da
tinerden perişan olmuş ciğerinden çıkan solukla bir şeyler anlatırdı bana;
babasının hasta Beşiktaşlı olduğunu bu yüzden onun da büyük bir topçu
olabilmesi için adını bu şekilde koyduğunu söylerdi. Hüzünlenirdi bunları
anlatırken Topçu abi. Sağ dudağının orada devamlı bir sigara olurdu, bazen
dudağında bir sigara olduğunu unutur bir tane daha yakardı. Tabi böyle
zamanlarda küfrederdi hafiften de olsa. Bir den onun için bir kayıptı. Hayatta
bazen küçük şeyler bile bizi tamamlayan birer unsurlardır, Topçu abinin tek
dostu sigarası ve fırçasıydı. Boya yaptıktan sonra fırçasını kendi bebeğini
severmiş gibi temizler, sert ve kuruyan yerlerini özenle yumuşatırdı. Evlenmedi
Topçu abi, kendi bebeğinin gıdısını öpemeden tükendi gitti çağı, o da başka
şeylere sardı işte böyle. Kimi zaman boya kutusunu sevdi, yeni boya gelince
değişik bir sevince kapılırdı. Hani kitap alırız da onu koklarız ya, misler
gibi kokar; o da elinde olanların her zaman kıymetini bildi. Etrafında ki
sevebilecek her şeyi sevdi. Bir yer kavramı yoktu, onun için hayat “boya +
kahve + ev” di. Gerçi sonraları iddaa çıktıktan sonra ona da sardı ama, genelde
bu üç denklemle geçiyordu hayatı. O yüzden bazılarımız zamansız yaşar. Hangi
zamandayız neredeyiz ne yapıyoruz hiç fark etmez.
Bir gün beni yanına çağırdı. Ben ona doğru yaklaşırken o
da bana doğru yaklaşıyordu. O kadar yavaş yürüyordu ki bir kaplumbağa bile
ondan hızlı bir yere gidebilirdi. Ciğerleri bitmişti, bu rağmen insanların
yanında bu durumunu belli etmiyordu. Sebep çok basitti; hasta birinin evlerinde
boya yapmasını istemezdi kimse. Bu tabii ki bulaşıcılık yönünden değil,
kimsenin içine sinmezdi bu durum, o yüzden Topçu abi devamlı gülümserdi ve ağır
ağırda olsa yanından geçtiği kişilere hep kafa selamı verirdi. Evine girdi,
peşine girdim bende. Nasıl tarif ederim bu durumu bilmiyorum. O kadar
rutubetliydi ki evi, insanın nefesini kesiyordu. Bak yirmiyediye doğru yol
alıyorum, ben hayatımda böyle bir şey görmedim. Resmen bütün duyu organlarımı
kitleyen bir rutubet kokusuyla kitlendi her yanım. Semtin hatta koca İstanbul’un
en güzel badana boya yapan insanının evi harap haldeydi. İçeri girdim,
elektrikli sobayı açtı; ayakları ıslaktı ama sobayı bana uzattı “üşümeyesin”
dedi. Bir sigara daha yaktı, siyah montunun cebinden bir iddaa kuponu çıktı. 1
liralık oynamış, 26 lira veriyor kupon. Tek maçtan yatmıştı, son dakikada yemiş
golü. Elinin tersiyle vura vura gösterdi o kuponu “görüyorsun dimi, nasıl yaktı
beni; sen nasıl son dakikada yersin be oğlum” dedi. Geçmişte oynadığı
kuponlardan bahsetti, ben hâlâ beni oraya niye çağırdı anlayamadım.
Defalarca tekrarladı kaçırdığı rakamı. Gerçi bunu da para
birimi olarak söylemiyordu. Bazen gitti “altı paket sigara parası” bazen gitti
“elli ekmek parası” , “gitti onca tiner parası”..
Bazı şeyleri küçük yaşta da olsa kavrıyor insan. Çok şey
öğretti bana Topçu abi. Bir kere küfür gibi hayatı yaşasanda küfürsüz
yaşanmanın ne demek olduğunu gösterdi. Evinin dört yanında boş çerçeveler
vardı, içerisinde resim yok. Sormaya cesaret edemedim bu durumu, boş
çerçevelere bakar bakar, sigarasından çekerdi. Arada bozulsa da bir tane
radyosu vardı, nasıl yakalar ne eder bilmiyorum ama hep Zeki Müren dinlerdi.
Kış aylarının felaketi olduğunu söylerdi. Arada gidip biz uyandırırdık,
uyanamazdı soğuktan.
Bir gün bir evin apartman merdivenlerinin orayı boyarken
düşmüş. Bayılınca hastaneye kaldırmışlar. Sigortası olmadığı için birkaç sorun
çıkmıştı, mahallece yardıma gittik. Sonra doktor geldi, beyninde koca bir tümör
var dedi. Ben tabi bilmiyorum o zamanlar tümör nedir neyin nesidir, tek bildiğim
çok dayanamaz dediği zaman mahalledekilerin gözlerinden süzülen yaş. Gittim
yanına, beni görünce doğrulmaya çalıştı, köşede biriken kayısılı meyöz ve
petibör biskivütleri gösterdi, o an gözleri güldü. Benim elimde ki poşeti de
onların yanına koydum, “bunlar ye ye bitmez, aç birini de ye; açsındır” dedi.
Büyük bir öksürük tuttu o ara, su içti, yaklaşık bi beş dakika sürmüştür su
içmesi. Gözleriyle duvarları süzdüğünü gördüm. “Tolga” dedi, “Düşünsene şu
hastanenin boya işini aldığımı, ne para kırarsın ama..”
İşin duygusal tarafını o zamanlar anlayamadım, ama
boğazımın bir köşesinde yumruk şeklinde durur o lafı. Topçu abi, bir hafta
sonra öldü. Gidemedim mezarına. Hâlâ da bilmem nereye defnedildi diye. Arada
aklıma gelir, onun niyetine Zeki Müren dinler şişede sade soda içerim(o da öyle
yapardı). Çünkü ağlamak ya da sızlanmak bu kadar basit değil, bunu öğretti bana
Topçu abi. Gülmek zorundaydı iki ekmek daha yiyebilmek için. Nefes almak
zorundaydı ölmemek için ve boya yapabilmek için.
Hepimiz hâlâ nefes alıyoruz değil mi? Bak şuan sende
nefes alıyorsun, hatta bu satırı okuduğun için nefes alıyor muyum diye kontrol
ediyorsun. Topçu abi o rutubet saçan yerde gerçekten nefes alıp almadığını
sürekli kontrol etti. O hiç küfür etmedi ama onun yerine ben defalarca ettim. “Yedi
sülalesini sikeyim böyle adaletin!” çok dedim.
İnsanlar açlıktan ve soğuktan ölüyorken bazı orospu
çocukları milyon dolarları cukkalıyor. Öyle pişkin cukkalıyorlar ki millete
götüyle gülüyorlar. Neye yanıyorum biliyor musunuz? Bu adaletini siktiğimin
dünyasında milyon tane Topçu ağabeyler var, milyon tane yalandan gülen gözler
var, milyon tane aç kalmayayım diye biriktirdiği küfürleri yutanlar var.
Onların yerine ben sövüyorum çok mu?
Ayrıştırmaya ve ötekileştirmeye çalıştırdığınız insanlar
adına
Döverek öldürdüğünüz gencecik çocukların adına
Faili meçhul diye bıraktığınız ve elinizde kanı olan o
masumların adına
Açlıktan ölüp giden insanların adına..
Dağa kaçırılan evlatlarını yıllarca bekleyen anaların
adına..
Dersane taksidini ödeyemediği evladı için hapiste ölen o
annenin adına
Ulan…
Ulann!!!!!
Agladim artik, tutamadim. Amk ben bu adaletin, varsa eger.
YanıtlaSilHem var, hem yok; saçma sapan bir düzen..
Siltuhaf..
değişmeyeceğini bile bile bir umut bekliyoruz hâlâ
tolga,
YanıtlaSilçocukluğumda hayat zordu,ama insanlık kolaydı,şimdi bu denklem tam tersi.
ama yazdıkların beni ağlattı.
kendi çocukluğuma döndüm;
şimdi canlandır 14 yaşındayım,hayatım fatih,balat,edirnekapı aralığında geçmiş çoğunlukla.ve kendi rızamla seçtiğim okul maceram başladı,bil bakalım nerede 'nişantaşı'; yıl 1980 düşün gerisini,yaşadığım şoka yakın şaşkınlığı!
adam mı kadın mı diye baktığım şoku:)) vitrinleri,giyimi kuşamı:))
herkesi üç aşağı beş yukarı aynı sanırken!
aslında hayatı zamansız yaşayabilmek,kendi dünyanı yaşayabilmek demek.
sevgiler
insanlık diye bir şey kalmadı ki, ufak ufak kırıntılar da tükendi gitti, kuşlar yedi bitirdi.
Silne demek istediğini anlayabiliyorum, kültürel şok :)
zamansız yaşayabilmeyi bende çok istiyorum, onun mücadelesini veriyorum..
yine kulağını çınlatacağım ama, bir "umut" işte
İçimde bir of büyüdü büyüdü büyüdü ve orada kaldı...
YanıtlaSil"Ben pencereden bakarken
SilKimseler ölmemişti
Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi Bey
Var mıydı?—
Yüzümden bir şeyler aktı aktı
İçim de menekşelendi Hilmi Bey
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor."
her şeyi özetlemiş üstad aslında değil mi..
içime öküz oturdu resmen
YanıtlaSilbu dünyada adalet yok arkadaş, olsa bunca insan bunca acıyı çeker miydi..
içimizde ne öküzler öldürüyoruz ah bir bilseen..
Silbilmem, çeker miydi? ben artık düşünmeyi bıraktım
Senin yazılarını okuduktan sonra bir düğüm oturuyor boğazıma, diyecek bir şey bulamıyorum. Yok çünkü, gerçekten. Hayatın adaletsizliğini öyle bir tarafından yakalıyorsun ki hayır değil diyemiyorum. Adaletsiz de çünkü, susulan tüm küfürler kadar, dökülen her bir gözyaşı kadar adaletsiz.. Birimiz ağlarken aynı anda birkaç milyon kişinin ağlıyor olması kadar adaletsiz.. İşin en garip tarafı mutlu olan kesimin hep o acı çekenler arasında olması. İnsanlar bunca şey yaşarken bizim oturduğumuz yerde ne mutluluğa ne de üzülmeye hakkımız var.
YanıtlaSilİnsan ölümlere bile alışıyor yahu, daha ne olsun. En yakınımızı bile uğurladıktan sonra gülmeyi öğretiyor. Ve bunu gözümüze gözümüze sokuyor, hem de dalga geçe geçe gösteriyor..
Silhadi rutubet yerine tomurcuk kokulu bi bardak çay getirdim..İyi gelir..Zeki Mürende iyi gelir..Şimdide gülümse bakalım :):) Duygularımı öyle körelttiki senin o adaletten bahsettiğin şey artık ağlayamıyorum bile ..
YanıtlaSil"dert ile neşeyi seçemez oldum" diyor orhan baba gurbet şarkısında, o duruma geldik gerçektende.
Silteşekkür ederim bu güzel tebessümün için
şekersiz lütfen (:
Adalet, insanların uydurduğu bir kelime. Hiç denk gelmedim. Hiç varlığını hissetmedim. Hep adı vardı ama kendisini görmek mümkün değildi. Adalet dediğin şey bir halk efsanesi.
YanıtlaSil"Umut" un doğuşuyla birlikte doğmuş olabilir.
SilBelki de insanlık bir level atlamak istedi, bi dingil de ortaya bu "adalet" kavramını attı..
ne yazık ki sövmek yetmiyor, topçu abi sövse değişir miydi hayatı?Ama çalıp çırpmanın legal olduğu bir 'başgan' ın sövdüğü yere toplu mezarlar kazılmış, biz hareket etmedikçe sürükleniyoruz diri diri gömülmek için!ben asıl bize sövüyorum hayatı kıçı boklu insanların eline bıraktığımız için!İyiyiz ya en kötüye bile kıyamıyoruz lanet olsun!
YanıtlaSilsenden de lanet gitsin, sayfama rutubetle ilgili espirili bişeyler yazacaktım, moralimi bozdun.
sikeyim böyle işi..
Silbak işin ironik tarafını söyleyeyim mi, siksem de bir işe yaramıyor; kemiklerinden kalıntıları bırakmakla kalıyorsun, yani yine senden gidiyor.
sen yine yap yahu, gülmeye açız.. doyalım biraz
Adil olması gereken insanlar ... Olması gerekenler öyle olmadığı için bu adaletsizlikler işte. İnsanın insana ettiği en çok...
YanıtlaSilBöyle açgözlü doyumsuz bir milletten bunları beklemekte bizlerin hatası aslında..
SilYalnız sen böyle yazma. Yazma çünkü sen böyle yazınca önce bir yumruk düğümleniyor boğazda, sonra bir cümle geliyor ağladığını farketmeden ağlıyor insan...
YanıtlaSilHayır küfretmeyeceğim. Ama fazlasıyla hakkediyor dünya o küfrü.
o yumruk büyüdü de büyüdü..
Silnefes alamaz olduk fark ediyorsun sende değil mi?
Eskiden beri hep daha kötüsü vardır, buna da şükür diye avuturdum kendimi. Artık avutamıyorum.
Silofff off tolga mahvetti bu yazın beni yaaa :(
YanıtlaSil:\
Sil:\
http://youtu.be/oztFTBN0bnY
YanıtlaSilciğerimi dağladın :\
Sil:( sen her yazınla benimkini dağlıyorsun bu ne ki!
SilMerhabalar bloğunuzu blog keşif etkinliği sayesinde keşfetme fırsatı buldum :) Çok güzel bir bloğunuz var Takipteyim :)) Bana da beklerim :)))
YanıtlaSilhttp://tasarimkaravani.blogspot.com.tr/
hanii hangi keşif, neredee
Silbu yazıyı hiç okumadın bile değil mi :) neyse ki içimde bitmek tükenmek bilmeyen bir insan sevgisi var, uğrayacağım tabii :)
Ah yalan dünya kimine kavun kimine kelek
YanıtlaSilNeşet Babadan gelsin bu sefer de bu yalan dünyaya..
Silhttp://www.youtube.com/watch?v=biT1ItE7YmA
içim ezildi be
YanıtlaSilBak Erkan ağabey ne diyor; "derdim çoktur, hangisine yanayım.."
Silhttp://www.youtube.com/watch?v=Vj3iO4P5JmM
en küçük amcamın evinin alt katını kiralayan ihtiyar teyzeyi hatırlattın bana :(
YanıtlaSilİsimler değişik olsa da, bir sürü Topçu abi var etrafımızda; ne yazık ki biliyorum..
Sil... ilik bir yaz aksam ustu, eski bir evin terasina oturuyoruz, buradaki yorum yapan butun dostlarla, kimisi sigarasini icerken kimisi hatiralarini anlatir, sen gibi mesela, bir yandan çaylar yudumlanirken ...
YanıtlaSil"Kaybedenler Kulübü" eskisi artık,
Sil"Parçalanmış Gülüşler Kulübü" kurduk, insan kaybederse yenisini alabilir; bulabilir.
ama gülüşü parçalanırsa, işte o geri gelmez, gelse de eskisi gibi hiçbir zaman olamaz..
demli olsun lütfen..
İzninle şöyle duvar kenarına çöküp bağıra bağıra ağlamak istiyorum.
YanıtlaSil"O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık."
İzin senin, benim yerime de ağla hem
Silhatta hazır başladın, bütün ağlayamayanlar için de ağla..
"şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
YanıtlaSilbütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara"
............
"ama şimdi kim kandırabilir sizi
Silbir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.."
Ben anlamıyorum işte, her bir hikayede daha çok anlamıyorum allaha ve adalete inananları, her şey güzel olacak, herkes hak ettiğini bulur diyenleri. Almıyor aklım Tolga. Biz neden kendimizi kandırabilecek kadar şanslı olamadık?..
YanıtlaSilBiz de kendimizi kandırıyoruz fark etmiyor musun..
Silhemde başını ve sonunu bile bile kendimizi kandırıyoruz; yani nefes alıyoruz..
ulan..
YanıtlaSiladalet, yani son olan -daha önce pek görmedim- kıyametin herkes için kopacak olması. tabi şimdiye kadar kopmuş olanlar, hali hazırda kopmaya müsait olanlar bu adaletten müstesna.
yerinde söven hacı sevabı alır derler. topçu abi o sevabı almıştır. sen de ortam hazırlayarak bütün ganimeti topluyorsun. anladın sen demek istediğimi. sanırım kendimi sansürledim.
Herkes zamanı geldiğinde bir mechul gemiye atlayıp gidiyor nereye gideceğini bilmeden. kıyametin de bir adaleti yok. sadece genel bir temizlik
Silsıradaki sevabım tüm günahkârlar için o zaman..
Kardiş esprili mesprili girdin, boğazımda düğümle çıktın. Nölüyoz yaw?! Çok iyiydi. Tebrikler!
YanıtlaSilHal böyle olunca yaşanmışlık iyidir, candır, ara ara yaz diyorum naçisane... ;)
Yaşanmışlığın sızısı bir başka dokunuyor insana değil mi..
Silteşekkür ederim :)
boğazıma bir yumru oturdu:( topçu amca gibi daha niceleri var sokakta değilmi:( adaletin bu dünya dedim kendi kendime..
YanıtlaSilne yazık ki öyle..
Silbende "senin ben adaletinin" diye başlıyorum cümleye genelde, fark yok..
Bir de şu vardır: Kardeşin duymaz, el oğlu duyar. Bazı felaketlerimiz , yakınlarimızca izlenir. Allah rahmet eylesin.
YanıtlaSilYok mudur peki bunun bir sonu, hep mi böyle olur sonlar?
Sil