11 Aralık 2021 Cumartesi

Görünmez Bir Adamın Görünme Çabaları

 


öyküm 01.12.2021 tarihinde oggito da yayımlanmıştır.

Görünmez değilim ama yok oluyor gibiyim. Ucunu açmaya niyetlenmişim de kalem ucunun en hakikatli yerinde kökten gider ya hani, hani tekrar başlamak çok istersin ama bilirsin ki kalemin de bir boyu var ve giderek kısalacak ama bir şeyi var etmek için bir şeylerden fedakârlık etmek gerekmez mi? Sigara mesela, ister bir ateşi dumanlanabilmek için. İnsan mesela, ister bir sesi yeniden yeşertebilmek için.

I ıh, yine olmadı diye düşündü Refik yazdığı paragrafı tekrardan okurken. Bir şeyin gerçekliğini soyutlamak için, onu gösterişsiz ama akılda kalıcı yapmak için neden imgelere ihtiyaç duyarız ki? Düşüncenin yalın halini yazıya dökememek miydi acaba laneti? Kendi benliğini ikinci tekile emanet edip uzaktan izlemek istiyordu oysaki kendini. Tren yavaşlayıp durağa doğru salına salına yanaşınca içinde bir ürperti duydu. Sığ bir sessizliğin içine sığınmak istiyordu ama “Polatlı” anonsunu duyduktan sonra kaçmak isteyenlerin kaçmak isteyenleri kıstırdığı bir kısır döngünün içerisinde buldu kendini. Ankara’dan Eskişehir’e oradan da birkaç arkadaşı ile buluşup eski günleri yad etmek adına Kütahya’ya gidecekti arkadaşlarıyla. Asker arkadaşları unutulmazdı ya, koskoca on iki ay. Onlarla konuşacak, içecek, gülecek, her zaman sormalarından usandığı ama bu sefer canla beklediği o soruyu sormalarını isteyecekti; “hala yazıyor musun?”

Evet, bütün bıkkınlıklarının üzerine gitmeye karar vermişti Refik. Dünyanın kuralları onu çok sevdiği yalnızlıktan bile uzaklaştırmıştı. Üzerine yapıştırılan, yapıştırılmak istenen tüm simgelerin hepsinin üzerine gidecekti. Giyecekti onları. Bakın, diyecekti, sorun zamanın çizgisine paralel gitmemde değil, sorun böyle basmakalıp kader kılıflarının dışında kalanların dışarıya iteklenmesi. Evet, evlenecekti. Düğünlere gidecekti, bayramlarda seyranlarda geleneğini örfün ve adetin havuzunda yüzdürecekti. Güleç olacaktı her zaman, konuşacaktı, tartışacaktı. Hayatın kenarında değil, tam merkezinde olacaktı, tepesinden bakacaktı. Dünya onun etrafında dönecekti. Yoksa neymiş, kaç yaşına gelmiş, tek başına gezmesini etmesini geçmişlermiş, tek başına tatile çıkmak da neyin nesiymiş, çok fazla mı bağlanmış bu yazma işlerine, yazıyor da ne oluyormuş, gezince değil okuyunca görüyormuşmuş. Hayatın yorgun yanını üzerine yorgan yapan Refik, başını yasladığı camdan geride bıraktıklarını düşündü her zamanki gibi. Geri diye bellediğimiz şey ilerisinin bir önceki hali değil miydi? Gördüğü görüntüleri belleğinin girdabına atıyor, sırasıyla eliyordu. Geçmişten birkaç an geldi gözünün önüne. İleriye bakarken geriyi düşünmek ne hoş bir karışıklıktı. Sude. Ne yapıyordur şimdi? Şimdiden pişman olmuştu yapacağı buluşmadan dolayı. Güldü kendine. Bu kadardı işte. Kuvveti, gücü, hayal dünyası kadar güçlü değildi. Onu da elinden almak istiyorlardı ya; “Refik’ten hayali alın, geriye ne kalır ki?”

İndiği gara, ilerideki taksi durağının köşesine baktı yine. Bir zamanlar beklenmenin yarattığı da bir gerginlik varmış. Beklemenin keyfi ayrıydı tabi. Beklemek; uzun, hüzünlü bir yaz akşamıydı onun için. Şimdi Ulus Meydanı’na inse elleri cebinde salsa kendisini boşluğa, insan kalabalığının boşluğuna. Çarpsa onlara, azar işitse, buradasın dese kendine, yaşıyorsun olum, kendine gel. Kendimdeyim ya dese kendine. Bağırsa. Boşluk. Ben kendi boşluğumu bile tamamlayamıyorsam başkalarının boşluklarını nasıl tamamlarım ki? Hep bir yer kapma telaşı.

Tren yolculuğu iyi gelmişti. Otele geçmek istemiyordu. Tesadüf, birlikte kaldıkları oda gelmişti – tesadüf değil Refik, sen istemedin mi? – sanki yine aynı sarı koltuğa oturup onu seyredecekmiş gibi bir his. Yıllar. Neleri değiştirmedi ki? İklim değişti, rejim değişti; peki sen Refik? Neden uzunca seyrediyorsun her şeyi düşündün mü? Neden bir anlam yükleme çaban, neden bu hayatı seyretme hastalığın. Uyuşuk bir gergedan gibisin; güçsüzsün.

Yattı. Uyuyamadı. Onun bulunduğu tarafa bilerek yatmış – hınç mı bu aldığın – yarınki geyiği düşünüyordu. Binse trene tekrardan, gitse. Kadıköy-Beşiktaş vapurunun son seferine yetişse yine. Dışarıda otururken geminin ön tarafı ne taraf acaba diye düşünse. Yazdığı küçük notlarını okusa, her hikâyenin bittiğini ve isterse yeniden başlayabileceğini düşünse.

Bu kadar zor olmasa gerek diye düşündü. Yazdığı metni kaydetti.

Yeni bir sayfa açtı.

4 yorum:

  1. Özlenen betimlemeler, ah Refik sen biraz hepimizsin...
    İzlemeyi bırakıp yaşasak, bir şeyler eksik kalır gibi.
    Kenarında olmayı merkezinde olmaktan daha olağan kılanlarız biz.
    Kalemine sağlık Tolga :)

    YanıtlaSil